21. yüzyılın akut ve küresel düzeydeki en büyük sorunlarının arasında hiç şüphesiz göç problemi ilk başlarda gelir. Göçleri tetikleyen ekonomik nedenler, iklim sorunları ve savaşlar olduğu müddetçe de göçmen sorunu hep gündeme gelecektir.
Dünyada şu an yaklaşık 281 milyon göçmen bulunuyor. Bu oran neredeyse dünya nüfusunun % 3.6'sına tekabül ediyor. Bu göçmenlerin % 61'i Asya ve Avrupa ülkelerinde barınıyor. Yine bu göç hareketliliğinin önemli bir kısmı da Türkiye üzerinden gerçekleşiyor. Avrupa'ya gitmek isteyen göçmenlerin kahir ekseriyeti, Türkiye'yi bir geçiş güzergahı olarak değerlendiriyor.
Tabi bilindiği üzere en büyük göçü veren ülke Suriye, malum olduğu üzere en fazla göçü alan ülke de Türkiye oluyor. Türkiye'nin, böylesine yoğun göç dalgasının önemli bir kavşağında bulunması, zorlu, sarp ve uzun kara sınırları nedeniyle kontrollerin yeterince sıkı yapılamaması gibi unsurlar göçmenlerin, göç yolu olarak Türkiye'yi tercih etmelerini sağlıyor. Üstelik bir de organize kaçakçılık ağının kurulu olması ve göçü pratikleştiren koşulların yıllardır hep devam etmesi gibi kronikleşmiş yapısal sorunlar, Türkiye'nin işini oldukça zorlaştırıyor.
Esasında Türkiye, Osmanlı'nın toprak kaybetmeye başladığı Balkanlar ve Kafkaslar başta olmak üzere pek çok coğrafyadan son 300 yılda milyonlarca insanın dalgalar halinde Anadolu'ya göç ettiği ve tarihi boyunca da pek çok büyük göç hareketliliklerine ev sahipliği yapmış bir medeniyete ve coğrafyaya sahip bir ülke.
Ne var ki geçmişte çoğunlukla Türk ve Müslüman kimliğiyle soydaş kabul edilenlerin yaptıkları tarihsel göçleri, Suriyeli göçmenlerden ayıran bazı özelliklerinde bulunduğunu belirtmek gerekir.
Ancak bu kez savaştan kaçan 252 kişilik ilk mülteci Suriyeli grup Türkiye'ye, 29 Nisan 2011'de Cilvegözü Sınır Kapısı'ndan giriş yapmıştı. O tarihte Türkiye'de ki göçmen sayısı sadece 58 bin idi. Ekim 2012'de ise bu sayı 100 bin sınırını aştı.
Ağustos 2013'de ülkedeki kamplar tamamen dolunca ve dalga dalga gelen insanlara artık yetişemeyince, başınızın çaresine bakın gibi bir politikaya geçildi. Ve Suriyeliler Türkiye'nin dört bir tarafına yayılmaya başladılar.
Kasım 2014'e girildiğinde ise Türkiye'de, Suriyeli mülteci sayısı 1,5 milyonu çoktan aşmıştı. Bu tarihten sonra da ülkede sosyolojik kırılmalar yaşanmaya başladı.
Ne yazık ki Suriye'deki sorunların derinleşmesiyle birlikte bu sayı birkaç yılda 4 milyonun üzerine çıkıverdi.
Göç İdaresinin, içişleri bakanının açıklamalarına dayandırdığı 17 Aralık 2023 verilerine göre Türkiye'de, Geçici Koruma Altındaki Suriyeli sayısı 3.237.585, İkamet İzni ile Kalanların sayısı 1.113.761, Uluslararası Koruma Kapsamında Kalanların sayısı 262.638 olmak üzere toplam 4.613.984 düzenli Suriyeli göçmenin bulunduğu belirtildi.
Düzenli göçmenlerin sayısı biliniyor da, düzensiz göçmenlerin oluşturduğu tam sayı maalesef bilinmiyor. Kimi siyasetçiler ülkede 10 milyon düzensiz göçmen olduğunu söylerken, kimileri bu rakamın çok daha fazla olduğunu iddia ediyor?
Tabi bu konuda eldeki tek veri, yıllara göre yakalanan düzensiz göçmen sayısı…
Bilinen ise son 10 yılda 1.821.000 düzensiz göçmen yakalandığı. Sadece güvenlik güçlerinin 11 ayda gerçekleştirdikleri operasyonlarda 9 bin 256 göçmen kaçakçılığı organizatörünün gözaltına alınması bile zaten olayın ciddiyetini yeterince ortaya koyuyor.
Avrupa Birliği'nin bu göç yükünü paylaşmak istememesi ve Türkiye ile Avrupa Birliği arasında izinsiz ikamet eden kişilerin geri kabulüne ilişkin anlaşmanın 16 Aralık 2013'de imzalanması sonucu, geçişlerde bir nevi durmuş oldu. Anlaşmanın ekim 2014'de yürürlüğe girmesiyle birlikte Türkiye artık bir transit ülke olmaktan çıkarak, göçmenlerin toplandığı bir baraj ülkesi haline geldi.
Tabiatıyla Suriyeli göçmenlerin sayılarının giderek çoğalması, toplumda Suriyelilere karşı nefretin de dozunu artırdı. Derinleşen ekonomik krizin yansımaları ve mültecilerin Türkiye’den hiç gitmeyeceklerine dair inancın yaygınlaşması, göçmenlere yönelik kamuoyu desteğini oldukça azalttı. Sosyal medyada ve siyasi arenadaki sert ve radikal söylemler, göçmenlerin ülkenin ekonomik, etnik, kültürel ve toplumsal yapısında büyük değişikliklere neden olacağı endişesi sorunu öfke ve provokasyona sürükler durumlara getirdi.
Nitekim Ağustos 2021'de Ankara'nın Altındağ ilçesinde Suriyeli bir grup ile mahalleli arasında çıkan kavgada bir kişinin hayatını kaybetmesinin ardından iki gün süren şiddet olaylarının yaşanması ve Suriyelilere ait olduğu düşünülen bazı dükkan ve araçların tahrip edilmesi, esasında diplerden gelen öfke ve provokasyonun sonuçları olarak görülebilir.
Ne var ki bundan sonra ki süreçte Suriyelilerin misafir olarak değerlendirilmelerinin ötesinde artık topluma entegre edilmeleri yönünde gerekli politik adımların atılmasının önemsenmesi gerekir. Zira bugüne kadar Türkiye'de 780 bin Suriyeli çocuk doğdu ve 700 binden fazla çocuk da okullara gidiyor. Pek çoğu anadil seviyesinde Türkçe konuşuyor. Milyonlarca Suriyeli ülkenin dört bir tarafında yaşıyor ve çalışıyor.
Uyum ve entegrasyona dair üzerinde çok yönlü derinlikli çalışmalar yapılmadığında ise kolaylıkla dezenformasyon yapılıyor ve mülteciler hakkında yanlış bilgiler yayılıyor.
"Suriyelilerin devletten maaş aldıkları, hükümetin onlara çeşitli hibeler ve haksız menfaatler temin ettiği, üniversitelere sınavsız girdikleri ve hastanelerde öncelikli hasta sayıldıkları'' gibi doğru olduğu düşünülen bu yanlış bilgi ve tezviratlar toplumda genel kabul görmeye başlıyor.
(Konunun bundan sonrasını ikinci yazımızda ele alalım, inşallah…)