Türkiye’nin son yıllarda gösterdiği onca başarıya karşın küresel güçlerin ve bölge ülkelerinin giderek güç kaybetmesi ve hatta batı ekonomisinin yıkımdan yıkıma koşması, Osmanlı’nın kuruluş yılları ile günümüz arasında ne çok benzerlik var dedirtecek cinsten.
Hayır! Malkoçoğlu filmi izleyip kahramanlık düşleri görenlerden değilim. Ancak Osmanlı’nın tarih sahnesine çıktığı zamanlar ile günümüz arasında var olan pek çok benzerlik de inkâr edilemez. Görmesini bilene.
Osmanlı denen koca çınar, küçücük bir fidan olarak başlamadı mı hayatına? Osmanlı Beyliği belki de Anadolu’nun en küçük beyliğiydi. Ancak ortam çok müsaitti ve onlar da inançlı insanlardı.
Zorlu ve fakat buna mukabil eşsiz fırsatlar sunan bir coğrafyada yaşamamız, bizi ciddi bir güç olmaya mecbur kılıyor. Osmanlı İmparatorluğu da kendi zamanında aynı zorluklar ve fırsatlar nedeniyle yükselişe geçmişti.
Ortadoğu ve Balkanlardan çekilmeye mecbur kalışımızın 100. Yılı olan bu yıllarda öyle bir dönem yaşıyoruz ki, Türkiye’nin ağırlığının giderek arttığı, yeniden bölgeyi domine etmeye başladığı açık.
Balkanlar, Arap coğrafyası, Kuzey Afrika ve hatta Orta Asya’da Türkiye Cumhuriyeti’nin etkinliği giderek artıyor ve bir tür Osmanlı ruhu ile kendi bölgesinde etkin güç halini alıyor. Bayrağımız yeniden bir umut dalgası oluşturmaya başladı gönüllerde.
Belki de Osmanlı bakiyesi ülkelerde çözümsüz gibi görünen pek çok sorunun çözümü, Osmanlı ruhunun yeniden dirilişine bağlıdır. İşte bu ortamda, hiç kimse Osmanlı coğrafyasıyla ilgilenmemizi yadırgayamaz.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu da "Osmanlı'dan kalan bir mirasımız var. 'Yeni Osmanlı' diyorlar. Evet, Yeni Osmanlı'yız. Bölgemizdeki ülkelerle ilgilenmek zorundayız.“ diyor ya zaten.
Kaldı ki;
Türkiye Cumhuriyeti’nin yıllar süren anlaşılamaz reddi-mirasına rağmen halkımızın bu coğrafyalara ilgisi hiçbir zaman azalmadı.
Türkiye, öncelikle ilgi alanı olan bu coğrafyayla ilişkilerini, ticaretini, yatırımlarını olabildiğince geliştirip karşılıklı bir bağımlılık oluşturmaya çabalıyor. Diğer yandan da hem askeri, hem ekonomik, hem de kültürel anlamda etrafındaki ülkelerden ve küresel rakiplerinden daha fazla büyüyüp baskın bir konuma yükselmeye çalışıyor. Akabinde de Osmanlı coğrafyasındaki gelişmelere yavaş yavaş müdahil olmaya başladığı görülüyor.
Pek tabi ki Osmanlı, batı hafızasında nahoş bir çağrışım yapıyor. Bu anlamda gidişattan rahatsızlık duyan pek çok ülkenin ve egemen gücün Osmanlı fobisi gayet mantıklı ve anlamlıdır. Onları anlıyoruz. Bölgedeki hâkimiyet ve çıkarlarını koruma adına, daha doğmadan Osmanlı ruhunu boğmanın telaşındalar.
Peki kendi içimizdeki Osmanlı düşmanlarının derdi ne ola ki? Kendileri açık edemezler ya ben söyleyeyim. Bizimkilerin derdi rejim ve kemalizm elden gidecek korkusu. Her derde çare bulunur da bizimkilerin bu hastalığına çare bulunmaz.
“Az olsun benim olsun” hastalığı bunun adı.