Mübarek Ramazan'ın 6. Günü
"Oruç, sadece bir fabrika gibi mideyi dinlendirme değil, tavır ve hareketlerimizi de dinlendirmektir. Bir değişimdir. Ramazan-ı Şerif, ilmi üstaddan alma, ilmin bulunmadığı yerde İslamî hayatın kalmadığını bilerek, cehaletten ilme hicrettir. Dinin temizlik üzerine kurulduğunu bilip, maddî ve manevî arınmaya geçiştir."
Ayet
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla;
Ey iman edenler! Hiçbir alış verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkar edenler ise zalimlerin ta kendileridir.
Allah (C.C.) ne güzel söyledi.
Bakara Suresi, 254. Ayet
Hadis
Allah’ın Resulü Hz Muhammet (S.A.V.) şöyle buyurdu;
Yüce Allah şöyle buyurmuştur, “Siz infak edin, ben de size infak edeyim”.
Allah’ın Rasulü Hz. Muhammet ne güzel söyledi.
Buhari, Nafakat 1
Dua
Allah’ım! Beni, ailemi, anne ve babamı bağışla, bana, aileme, anne ve babama hidayet nasip eyle, bize rızık bolluğu ver, bizi afiyette daim eyle ve bize merhamet et.
Âmin
Talhâ bin Ubeydullah (R.A.)
Mekke’de 598 yılında doğdu. Cennetle müjdelenen 10 sahabeden biridir.
İslam'ı ilk kabul edenlerdendir. Rivayet edildiğine göre, ticaret için gittiği Şam'ın Busra kasabasında karşılaştığı bir rahipten, Mekke’den bir peygamber çıkacağını ona uymasını ona uyanların kurtuluşa ereceklerini öğrenir. Dedeleri kardeş olan Hazreti Ebu Bekir(ra)’e gidip olanları anlatır. Hazreti Ebu Bekir “ben Hazreti Muhammed(sav)’in getirdiği dine onun peygamber olduğuna inandım iman getirdim” deyip birlikte Hazreti Muhammed(sav)’in yanına giderler. Hazreti Muhammed(sav) ona İslam’ı anlatınca hemen kelime-i şahadet getirip iman ederek, kurtuluşa eren kutlu gruba girmiş oldu. İlk iman edenlerin sekizincisidir.
İslamiyet’e girdikten sonra onu dininden vazgeçirmek isteyenler tarafından ve en yakın akrabaları dâhil olmak üzere Mekke müşriklerinden işkence gördü. Evlerine hapsedilmiş, günlerce aç ve susuz bırakılmıştır. Kardeşi Osman da Hazreti Talha(ra) vasıtasıyla iman etmiş, bu işkencelere o da tabi tutulmuştur. Hele namazlarını eda edecekleri zaman çektikleri sıkıntı ve kendilerine reva görülen işkence tahammülü mümkün olmayan cinstendi.
Talha(ra), Peygamber(sav) Efendimizin bacanağıydı. Hanımlarından dört tanesi Resulullah (s.a.v.)’ın zevcelerinin kız kardeşleriydi.
Talha (ra) erkek çocukların her birine bir peygamber ismi vermişti. Muhammed, İmran, Musa, Yakup, İsmail, İshak, Zekeriyyâ, Yusuf, İsâ, Yahya, Salih.
Kur’ân-ı Kerim’i hıfzedip usul ve kaidesine uygun okuyan ve “Kurra Hafızları” olarak adlandırılan ilk hafızlardandır.
Günlük geliri bin altın idi. Öksüzleri gözetir; fakirlerin ihtiyaçlarını görür, biçarelere yardım eder. Paraya ihtiyacı olanlara para verirdi. Teymoğullarının bütün muhtaçları, onun yardımları altında idi. Hz. Talha bunların dullarını evlendirir, borçlularının borçlarını öderdi.
Talhâ bin Ubeydullah, 622 yılında hicrete katılarak Mekke'den Medine'ye geldi. Uhud Savaşı'na katıldı. Savaşın ilerleyen aşamalarında, İslam Ordusu sıkıntılı bir süreç yaşadı, bu olaylar yaşanırken, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'i savunmak için sahabelerden birisi de Talha bin Ubeydullah’tır. Bu savaşta Seksenin üzerinde yara aldığı ve bunlardan birinin kolunu sakat bıraktığı rivayet edilir.
Hazreti Muhammed(sav) Efendimiz; “Uhud günü yeryüzünde sağımda Cebrail solunda Talha bin Ubeydullah’dan başka bana yakın bir kimse bulunmadığını gördüm” buyurmuşlardır
Talhâ, cennetle müjdelenen on sahabeden biridir.
Ömer bin Hattab, halife olabilecekler arasında Talhâ bin Ubeydullah’ı da saymış ancak o, Osman bin Affan lehine feragat etmiştir. Hz. Osman'ın halifeliği sırasında ona muhalif olanlara karşı mücadele etmiştir.
Cemel Savaşı'nda Hz. Ali'ye karşı Hz. Aişe'nin yanında savaşmıştır.
Talha bin Ubeydullah 656 yılında Kasım ayında İslam Devleti’nde yaşanan ilk iç savaş olan Cemel savaşında şehit olmuş 64 yıllık şeref ve haysiyet dolu bir ömrün sahibi olarak hayatta iken müjdelendiği üzere cenneti alaya göç etmiştir.
Ârif Rivegerî (K.S.)
Orta boylu, ayyüzlü, iri gözlü idi. Kaşları hilal gibi inceydi. Teninin rengi, beyaz ve kırmızı karışımı; gülkurusunu andırırdı. İlim, hilim, takva, riyazat, ibadet ve sünnete mütabaat ehliydi.
Hacegan yolunun ulusu, zikr-i hafinin sahibi ve "onbir esas"ın kurucusu Hace Abdülhalik Gucdüvanî'den sonraki halka Arif Rivegerî. Gucdüvanî'nin dördüncü halifesi. Nakşbendîliğin mukaddimesi olan "Hacegan" yolunda zikir, bu zat eliyle tekrar "cehri" şekle konuldu.
Rivegerî, 560/1165 yılında Riveger'de doğdu. Riveger, Buhara'ya altı, Gucdüvan'a bir mil mesafede bir köy. Arif Rivegerî, zahir ilimlerine ait eğitiminden sonra devrin büyük şeyhi Abdülhalik Gucdüvanî'ye intisab etti. Genç yaşında gerçekleşen bu intisabdan kısa bir süre sonra, Rivegeri, irşada mezun oldu. 35 yaşlarında iken şeyhi vefat edince Rivegerî, onun yerine postnişin oldu. İrşad hizmetini uzun yıllar devam ettirdi. Ömrünün 150 yıla ulaştığı rivayeti biraz mübalağa gibi görünürse de, vefatı sırasında yüz yaşı civarında olduğu düşünülürse 660/1262 yılları civarında vefat etmiş olmalıdır. Kabri köyündedir ve ziyaretgâhtır.
Gucdüvanî'nin yaktığı meşaleyle, Türkistan diyarının, her bölgesine ulaştırmaya gayret gösteren Rivegerî, Türk meşayihının önderlerinden sayılır. Hayatı hakkında verilen bilgiler, her nedense pek sınırlıdır. Nakşibendî silsilenamelerinde adları saygı ile yâd edilen büyük meşayihtan bir kısmının durumu böyledir. Kendilerinin yazılı eserleri bulunmadığı veya bize ulaşmadığı, ya da hayatlarında iken haklarında bilinen ve dillerde dolaşan özellikleri malum olduğu ve bunlar yazıya intikal etmediği için haklarında yazılı bilgi azdır. Zaten çok iyi bilinenlerin çoğu zaman kaderi, meçhul kalmaktır. Oysaki Arif Rivegerî, devrinde hakikat bahçesinin nuru, tarikatın gözbebeğiydi.
Rivegeri'nin hafi zikirden cehrî zikre geçişi ömrünün son yıllarına rastlar. Halifesi Mahmüd Fağnevî'ye cehri zikri öğreterek halkı, gaflet kasvetinden kurtarıp zikrin haşyetiyle uyarmak istemiştir.
Camiu keramati'l-evliya müellifi Nebhanî, Hoca Arifin şöyle bir menkıbesini nakleder: Hoca Arif, önceleri, Buhara ulemasından birinin derslerine devam etmektedir. Çarşıya çıktığı bir sırada Abdülhalik Gucdüvanî ile karşılaşır. Gucdüvanî kasaptan et almış, dükkândan çıkmaktadır. O'nun kemali ve cemali karşısında son derece etkilenen Hoca Arif, hemen sokulup hizmet arzeder ve:
- İzin verirseniz elinizdeki et paketini taşıyarak size yardım edebilir miyim? Der. Hace Abdülhalik bu teklifi kabul eder ve:
- Peki, evladım, al paketi ve bizim eve kadar beraber gidelim, der. Birlikte evin kapısına kadar gelirler ve Hace Abdülhalik:
- Hizmetinize çok teşekkür ederim. Bir saat sonra sofraya beklerim, der.
Bir saat sonra sofraya oturduklarında Hoca Arifin Gucdüvani'ye olan hayranlığı arttıkça artar ve nihayet ilim tahsilini bırakıp Gucdüvanî'nin meclisine devama başlar.
Gecelerini ibadetle geçiren, haramlardan şiddetle kaçan, hatta harama düşerim korkusuyla bazı mubahlardan bile uzak duran Arif-i Rivegerî hızla manevi makamları katetti, “Hâce” diye anılmaya başladı. Abdülhâlik-ı Gücdüvanî hazretlerinin vefatından sonra henüz 35 yaşlarında iken Hâcegân yolunda yürüyen kafilenin başına geçti, sonsuzluk kervanının kılavuzu oldu.
Her zaman, “Cenab-ı Hak bizleri, hepimizi, dünya ve ahiretin efendisi, insanların en yücesi, en hayırlısı Resulullah Efendimiz s.a.v.’e tabi olmak saadetiyle şereflendirsin!” diye dua ederdi. Duası icabet bulan veli kullardan biriydi ki Rasul-i Zîşân’ın izinde yürümekle şereflendi, bağlılarının da o şerefe ulaşmasına vesile oldu.
-Rahmetullahi aleyh-
Manevi Diriliş Ayı Ramazan
Makale: Ali Ramazan Dinç Hocaefendi
Ramazan-ı Şerif, ağacın meyvesi, yemeğin tuzu, aşın ekmeğin tadıdır. Tesbihin imamesi, yola çıkan üç kişiden birinin imamı, camide cemaatin öncüsüdür. Mahallenin muhtarı, ilçenin kaymakamı, ilin valisi, ülkenin reis-i cumhurudur. Her kesimi bir araya getiren birliğin simgesidir.
Toplumun yarasına merhem, acısına ortak, neşesine neşe, velhasıl her derde devadır Ramazan-ı Şerif. Açlara ekmek, susuzlara su, çıplaklara elbise, ihtiyaç sahiplerine bir ümit kapısıdır. Kardeşliğin bütün boyutudur. Ev, mescid, cami ve cemaatle yapılan evradla bir nefis terbiyesidir.
Zikr-i hafî, kalp zikri, rabıta ve murakabeyle ruhun yücelmesidir. Uzlet, halvet ve itikâfla tam bir yoğun bakıma alınmadır Ramazan-ı Şerif. Ramazan-ı Şerif, beynin jimnastiği, kalbin gelişen teknolojiye esir olmamasıdır. Namazı, bedensel bir egzersiz olarak değil, haşyet, azamet-i İlahî’yi tefekkürle eda etmektir.
Zekâtı, helal yolla elde edilen nimetin temizliği olarak görmektir. Haccı, İbrahim’in (as) iradesini Allahü Teâlânın iradesine teslim etmesi şeklinde anlamaktır. Bütün taatleri ruhuyla yapmaktır. Ramazan-ı Şerif, uzun günlerde tutulan oruçla, sigara tiryakiliğinden kurtulunduğu gibi, kin, kibir, hasetlik hastalığından da azade olmaktır.
Oruç, sadece bir fabrika gibi mideyi dinlendirme değil, tavır ve hareketlerimizi de dinlendirmektir. Bir değişimdir. Ramazan-ı Şerif, ilmi üstaddan alma, ilmin bulunmadığı yerde İslamî hayatın kalmadığını bilerek, cehaletten ilme hicrettir. Dinin temizlik üzerine kurulduğunu bilip, maddî ve manevî arınmaya geçiştir.
Sağa sola akan suyun, bağı bahçeyi sulayamadığını görerek, dağınık fikirden vahdeti temin eden fikre dönüştür. Ramazan-ı Şerif, ulvî değerlere saygı, edep, erkân, güzel geçim, sabır, insaf, doğruluk, emanete riayet, üstüne düşmeyen işlere karışmama, ilmiyle amel ve niyetin düzgünlüğüdür.
Ramazan-ı Şerif, ibadet maksadıyla, bedenin sağlığı için bir tıbbiye, tıp fakültesidir. Okunan Kur’ân-ı Kerim cüzleri, evrad ve ezkar ve Ramazan-ı Şerif’in son on gününde itikâfa girmekle bir dergâhtır. Kürsü ve minberlerde, görsel cihazlar vasıtasıyla yapılan nasihatlerle bir medresedir. Pişen aştan, fakirlere ikramla aşhane, yolcuların konakladığı kervan saraydır.
Bereketiyle, muhtacın elinden tutan, “Veren El”dir.
Gerçek Huzur
Dünya ve âhiretin sırlarını apaçık görme bahtiyarlığına eren yakîn ehli, huzur ehli, haramlardan uzaklaşır ve Rabbimizin emrine son derece riayet eder. Gerçek mutluluğa ulaşanlar; vuslata erip, Hak Teâlâ'ya kavuşan, her tecellîde, kalbe inen nurda Mevlâ'mızla olanlardır.
Bu zevke kavuşan, Allah Teâlâ'ya her şeyiyle teslim olan marifet ehli; tecelliye eren kullarla buluşur, arzu ve isteğini bizzat Rabbimizden sorar, Zât-ı Kibriya ile konuşup - görüşür. Hiç şüphesiz inanıyorum ki bunlar bize ağır gelecektir. Elbette ilköğretimdeki bir yavruya; cebirden denklemleri, geometri sinüsü, kosinüsü, tanjantı, kotenjantı öğretemezsiniz. Çünkü o çocuk daha sayıları saymakla, toplama ve çıkarmayla, bölme ve çarpımla meşguldür.
Bayezid (ks), söz ve sohbeti, avam kursağına sığmadığı için memleketinden yedi defa çıkartılmıştır. Hasan-ı Basri (ks)'ın, Rabiatü'l-Adeviye (rh. aleyhâ)'nın yüksek anlayışını, 'Fillerin ağzına göre ayarlanan lokmalar, karıncanın ağzına sığmaz.' diyerek avama göre kıyaslaması gibi. İmanın kemaline vesile olan tevhid dersi, nefy ü isbat tatbikinde, alınan feyizle, mânevi coşkunlukla, 'Efendim! Bu dersler neden daha önce öğretilmedi!' diyen müridan gibi.
İnsanlara akılları ölçüşünce konuşun, gereğine aykırı gibi görünen bu beyanlar, hakikatlere erip, nefsin tuzağına düşmememiz için anlatılmaktadır. Zaten kardeşlerimiz, bunları, bu anlayışla okuyup, dinler. Mürşid-i kâmillere, Sıddîk-ı Âzam (ra)'dan bu zamana kadar gelen meşâyih-i kirama yakınlığımızın derecesine göre, Habîbi Kibriyâ (sav)'ya kavuşurlar. Yetişkin evlatlarını, Rasûl-i Ekrem (sav)'e cübbelerinin altında takdim ederler. Allah Teâlâ'ya, Rasülü (sav)'ne ve sizden olan ulü'l-emre, otorite olan her şahsa itaat bize Kur'ân'da emredilen bir esastır. Dünyanın ve âhiretin ışıkları olan hakikat ehli, ulemâya bağlılık Hadis-i Şerifte haber verilen bir gerçektir. Dağlar, taşlar, bir kuru yaprak dahi Hak Teâlâ'nın izniyle hareket ederken, bizler de kulluğumuzda daim ve kaim, dosdoğru olmaya gayret edelim.
Üstadımız (ks)'a, bu mânevî derslerin, evrat ve ezkârın sonu nedir diye sorduğumda, 'Oğlum!
Ölünceye kadar Rabbimize kulluktur.'Buyurmuşlardı. Bize sorarsanız: işin gerçek yönü, Rabbimiz Teâlâ'nın azametini, ululuğunu, kendimizin de acziyetini, zayıflığını bilmektir.
İnsanımız - çok azı müstesna- dünya nimetine erince değişiyor. Bu, dünyanın geçiciliğini, âhiretin de ebedî olduğunu tam anlamamamızdan kaynaklanmaktadır. Buranın zindan, öbür âlemin sürür olduğunu bilenler, eli kârda, gönlü yarda olanlardır. Çin işkencesi gören, hapishaneden çıktıktan sonra tekrar cezaevine, zindana girmek ister mi? Balı, böreği tadar, cifeye konar mı? Allah Teâlâ'yı tanıma zevkine erenler gönüllerini bu fâni âleme bağlanmaz, İbrahim b. Edhem (ks), 'İnsanlar bu dünyadan hiçbir şey tatmadan çıkıp gitmiştir.' buyurunca, 'Nedir bu tat?'diye soranlara, 'Marifet lezzeti.'diye cevap vermiştir.