Mübarek Ramazan 4. Gün: Bir Ayet, Bir Hadis, Bir Dua...
"Onlar, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emrederler. Kötülükten men ederler, hayır işlerinde birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar salihlerdendir."
Ayet
Onlar, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emrederler. Kötülükten men ederler, hayır işlerinde birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar salihlerdendir.
(Âl-i İmrân Suresi, 114. Ayet)
Hadis
EbûHüreyre'den (r.a.) Resûlullah'ın (a.s.m.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Yetimin işleriyle ilgilenen kimse, ister yetimin yakınlarından olsun, ister yabancılardan olsun, (orta parmakla işaret parmağını göstererek) benimle Cennette şu iki parmak gibi beraber bulunacaktır."
(EbûDâvud, Edeb: 123)
Dua
YâRabbî! Doğruyu bize doğru olarak göster ve ona uymağı bize nasip et ve yanlış, bozuk olan şeylerin yanlış olduklarını bize göster ve onlardan sakınmamızı nasip et!
İnsanların en üstünühurmetine bu duâmızıkabûl buyur.
Amin
Hz. Ali (R.A) (598-661)
Hazreti Ali (ra) 598 yılında Mekke’de Kabe’nin içinde doğmuştur. Peygamberimiz (sav)’in amcası Ebu Talibin oğlu olan Ali’yi doğduğunda kucağına alıp bizzat evine kadar götürmüştür. O yıllarda Peygamber(sav) efendimizde Ebu Talib’in evinde kalıyordu. Hazreti Ali’(ra)ye “Ali” ismini de Hazreti Muhammed(sav) vermiştir. Annesi Fatıma BintiEsed, Peygamberimiz(sav)’in dedesinin kardeşinin kızıdır. Peygamberimiz(sav)de kendisine “anneciğim” diye hitab ederdi.
Babası Peygamberimiz(sav)i yetim ve öksüz kaldığında yanına alıp 43 yıl himayesinde bulunduran amcası Ebu Talib’tir. Mekke’de kuraklık baş gösterip Ebu Talib’inçocuklarını bakamaz hale getirince Peygamberimiz(sav)in diğer amcalarından Abbas, Ali’nin kardeşi Cafer’i Hazreti Muhammed(sav) de Ali’yi büyütmek üzere yanlarına aldılar.
Hazreti Ali(ra) Hatice validemizden sonra Müslüman olan ikinci kişidir.
Peygamber(sav) efendimiz hicret ettiği gece canını ortaya koyup O’nun yatağına yatmış ve bu fedakârlığından dolayı“İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını arayıp kazanmak amacıyla canını satar.” (Bakara/207)ayeti kerimesi nazil olmuştur.
Hayber’de yetmiş kişinin yerden zorla kaldırabildiği kapıyı omuzlayıp yolları açarak zaferin kazanılmasında önemli rol oynamıştır.
Orta boylu, buğday renkli, ak ve uzun sık sakallı idi, yüzü çok güzeldi, gözleri genişti, göğsü enli, başı saçsız idi.
Son derece kuvvetli bir hatipti, her nutku belagat şaheseridir.
Peygamberimiz(sav) Medine’de tüm Müslümanları birbirleriyle kardeş yapmış Hazreti Ali’yi de kendine kardeş etmiştir, kızı Fatıma’yı da Hazreti Ali’ye nikahlamış onu damadı yapmıştır.
Tebük seferi hariç Efendimiz(sav) katıldığı tüm seferlere katılmıştır. Bedir savaşında tek başına 20 Uhud’da 9 kişiyi öldürecek kadar kuvvetli ve savaşçı idi Cebrail(as)’da Hazreti Ali’nin yiğit ve fedai olduğunu söylemiştir.
Hendek savaşında Amr Bin Abduved’iöldürerek zaferde önemli bir yeri olmuştur.
Hazreti Muhammed(sav)’in vefatında 33 yaşında olan Hazreti Ali Peygamberimiz(sav)’in yıkanması ve kefenlenmesi işlemini bizzat kendisi yapmıştır.
Hazreti Muhammed(sav)’in hem damadı hem de amcasının oğlu olan Hazreti Ali(ra) fitnenin bir kasırga halinden her tarafı kasıp kavurduğu bir ortamda halife oldu. Hazret Ali(ra), 4 yıl 9 ay süren hilafet’i müddetinde Peygamber(sav)’in siretine uyup, hilafet’e inkılap ve kıyam ruhu verdi. Toplumda çeşitli ıslahlara başvurdu.
Hazreti Ali(ra) çıkan karışıklıkları yatıştırmak için Basra yakınlarında Hz. Ayşe, Talha ve Zübeyr gibi İslamiyetin tanınmış simaları ile karşılaştı bu olay Cemel Vakası adıyla bilinmektedir.
Hazreti Ali(ra)’ın eseri Kaside-i Celcelutiyesi günümüze ulaşmıştır.
Hazreti Ali, Nehrevan Savaşı’nda rakiplerini ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu savaştan sonra, Hariciler’denüç kişi Mekke’de Müslümanların siyasi durumları hakkında bazı müzakereler yaptıktan sonra Ali, Muaviye ve Amr bin As’ı öldürmeyi kararlaştırdılar. Bu üç kişiden Abdurrahman bin Mulcem, Ali’yi öldürmeyi üstlendi ve Kufe’ye hareket etti. Ramazan ayının 19. günüşafak vakti namaz kılarken zehirli kılıcıyla Hazreti Ali’yi yaralamıştır.
İbniMülcem yakalanıp huzuruna getirildiğinde, bunun yemeğini yedirip, istirahatını temin edin. Yaşayacak olursam cezalandırır ya da affederim. Ölürsem cezasını verin, fakat sakın haddi aşıp Müslümanların kanına girmeyin. Zira Allah haddi aşanları sevmez!” buyurmuştur.
İki gün evinde yattıktan sonra, 661 yılında 63 yaşında iken Küfe’de Ramazan ayında vefat etmiş, cennet yurduna adımını atmıştır.
Hazreti Ali(ra)’yi oğulları Hasan ve Hüseyin yıkamışlar namazını Hasan kıldırmıştır.
Kabri Irak’ın Necef şehrindedir.
Allah ondan razı olsun.
YûsufHemedânî (K.S.)
440/1048 yılında Rey ile Hemedan arasında Bûzencird adlı bir köyde doğdu. Çocukluk yıllarını memleketinde geçirdi. On sekiz yaşına gelince daha fazla okumak, ilim ve irfanını artırmak maksadıyla hilâfet merkezi olduğu kadar, ilim makam olan Bağdat'a gitti. Orada Ebûİshak eş-Şirâzî'den fıkıh, ilm-i kelâm ve usûl tahsil etti. Şirâzî, Hemedânî'yi yaşının küçüklüğüne rağmen ilim, irfan ve iyi ahlâkı sebebiyle arkadaşlarına tercih eder, akranına örnek gösterirdi.
Hemedânî, Kadı Ebû'l-Huseyn Muhammed, Ebû'l-ganâimAbdussamed, Ebû Cafer Muhammed gibi muhaddislerden Bağdad, Semerkant ve Isfahan'da hadis ilmi aldı. Şeyh Abdullah Cüveynî, Hasan Simnânî'nin sohbetlerine katıldı. Dinlediği hadislerin çoğunu yazdı. Daha sonra zühd ve tasavvuf yoluna yönelerek bir süre riyazat ve mücahedeyle meşgul oldu. Bu arada Gazzali'nin de mürşidi olan Ebû Ali Farmedî'yi tanıyarak müridi oldu. Genç yaşına rağmen şeyhine hizmetle himmetine mazhar oldu.
477/1084 yılında şeyhinin vefatından sonra Herat, Merv ve Rey şehirleri arasında mekik dokudu. Bu bölge halkı onu âdeta paylaşamaz olmuştu. Bu şehirlerden her birinde zikir ve sohbet halkaları kurdu. Özellikle Rey şehrindeki tekkesi, emsâli görülmedik bir cemaatle dolup taşardı.
515/1121 yılında bir ara tekrar Bağdat'a geldi. Bir yandan halka hadis naklederken, bir yandan da Nizamiye medresesinde fıkıh dersleri okuttu. Hemedânî'nin gerek hadis dersleri, gerekse Nizamiye medresesindeki fıkıh dersleriyle vaazları, halkın büyük bir ilgisine mazhar oldu. Ölümü Herat'tanMerv'e giderken Bamyeyn denilen yerde gerçekleşti (535/1141).Ancak daha sonra Merv'e nakledilip adına bir türbe yaptırıldı.
Türkistan diyarına İslâm'ın sesini, tasavvufun nefesini duyuran Hemedânî'dir.
Başlıca halifeleri: Abdullah Berkî, Hasan Endâkî, AhmedYesevî ve AbdulhâlıkGücdüvânî'dir. AhmedYesevî, Yesevîliğin, AbdulhâlıkGücdüvânî ise "Hacegân" yolunun; yani Nakşbendiliğin takipçisi oldular.
Hemedânî'den hemen bir asır sonra yaşamış bulunan Şeyh-i Ekber Muhyiddinİbnu'l-Arabi eserlerinde ondan bahsetmek ve onun şöhretini EvhadüddinKirmani'den duyduğunu şöyle anlatmaktadır:
Hicretin 602. yılında (M.1205) Evhadüddin Kirmanı Konya'ya geldi ve Yusuf Hemedânî, hakkında duyduklarını bize şöyle anlattı. Yusuf Hemedânî, kendi memleketinde altmış seneden fazla şeyhlik makamına oturmuş bir zâttır. Yaşı ilerlediği yıllarda cuma namazı dışında tekkesinden dışarıçıkmaz olmuştu. Bir gün gönlüne düşen bir "vârid" üzerine çaresiz ve iradesiz dışarıçıkmıştı. Merkebine binip yularını salıvererek o nereye götürürse gitmeye niyet etti. Merkep yürümüş ve nihayet şehrin dışında harap bir mescidin yanına varınca durdu. Hemedânî, merkebinden inip mescidin kapısından içeri girdi. İçerde bir genç başınıönüne eğmiş heybetli bir halde oturmaktaydı. Neden sonra şeyhin geldiğinin farkına varan genç, başını kaldırıp: Efendim ben bir müşkilmes'eleyle karşı karşıyayım. Bana himmet buyurun" dedi. Yusuf Hemedânî gencin müşkilini çözdükten sonra dedi ki: "Delikanlı bir daha böyle bir müşkille karşılaştığın zaman bize gel, tekkemize buyur, bizim gibi pir-i fâniyi buraya kadar yorma
-rahmetullahi aleyh-
Kalbimizi Kaydırma
Makale: Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan
Hazreti Peygamberin en çok yaptığı bir dua olarak hadisimiz, en temel meselede hem bilgi, hem de Allah Teâlâ'dan ne isteneceğine dair misal vermektedir. Şehr b. Havşeb (r.a)'in rivayetinde "Ya Resûlallah, ne çok bu duayı yapıyorsunuz?" sorusuna Peygamber Efendimiz "Kalbi Allah Teâlâ'nın kudret ve tasarrufunda olmayan hiç kimse yoktur. O, dilerse doğruda sabit kılar, isterse kaydırır, "cevabını vermiştir.
Allah Teâlâ'nın irade ve hükmüne karşıçıkacak hiç bir varlık söz konusu olamaz. İman ise, insan kalbinin en temel ameli ve sahibinin bütün hareketlerini etkileyen gücüdür. Böyle olunca kalbin hak din üzere sabit olması, müminin iman çizgisinde devamının yegâne şartı ve imkânıdır. Her türlü olumsuzluk, kalpteki yanlış kabuller ya da inkârın sonucudur. Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim'de, kalb kaymasına ya da yamukluğuna zeyğ tabir edilmektedir. Haktan, gerçekten, dinden başka yöne meyletmek, yönelmek, bozukluk anlamlarına gelen zeyğ'in insanısevkedeceği bazı tavırlara da işaret edilmektedir. "Kalblerinde yamukluk bulunanlar, (manası kolay anlaşılmayan) müteşabih ayetlerin peşine takılırlar..."
"Ümmu'l-kitab" niteliğindeki muhkem, anlamı açık ayetleri bırakıp, anlaşılması, yorumu güç ayetler üzerinde ısrarla durmayı bile belli bir haktan yan çizme duygusunun göstergesi sayan ve ilan eden Yüce Rabbimiz, iman çizgisinin nezaketini idrak edenlerin kendisine "Rabbimiz, hidayete erdirdikten sonra kalblerimizi kaydırma! Bize katından rahmet ihsan eyle. Şüphesiz sen bol bol ihsan edensin.” diye yakardıklarını haber vermekte, Müslümanları bu çok önemli konuda hem uyarmakta hem de eğitmektedir. Hadisimiz ile bu ayet-i kerime arasındaki uyum ise açıkça görülmektedir.
Peygamberler için imansızlık söz konusu olmamasına rağmen, daha açık bir ifade ile onların imanları garantili olmasına, hiç bir peygamberin imansız vefat etmemiş olmasına rağmen, sevgili peygamberimizin en çok "ey kalbleri halden hale dönüştüren, benim kalbimi dinin üzere sabit kıl" duasını yapmış olması, konunun ciddiyetini biz ümmetine anlatmak içindir. Ümmet-i Muhammed arasında ilk kez ortaya çıkan, dinden yan çizme olayı ("ridde") günlerinde Hz. EbûBekr'in özellikle akşam namazlarında "rabbimiz, hidayete erdirdikten sonra kalblerimizi kaydırma" mealindeki ayeti okuduğuna dair rivayet de halifenin o gün ki olaylara hangi noktadan baktığının ve nasıl değerlendirdiğinin işaretidir.
Hz. EbûBekr'in bastırdığıridde olaylarının zekât vermemek şeklinde başlamış olması, kalb yamukluğunda iki şeyin etkisinin büyük olduğunu göstermektedir.
Kalb kayması, yorum ve tevillerle başlamaktadır. Zaten ayette de bu gerçeğe işaret edilmiştir. "Kalblerinde yamukluk bulunanlar, manası açık olmayan, yorumu güç ayetlerin üzerine düşerler..."
İrtidat olayı da Hz. Peygamber'e verdikleri zekât’ı, halifelerine vermelerinin gerekmeyeceği, zira ayette sadece Hz. Peygamber'in duasının huzur ve bereket vesilesi olduğunun bildirildiği şeklindeki bir yoruma dayandırılmıştır. Gerek ayetteki ilahî tespit, gerekse ridde olaylarındaki bu durum, kalb kaymasında yorum'un yerini belirlemiş bulunmaktadır. O halde bilir bilmez yorumlara kalkışmamak, konuları mümkün olduğunca bütün nasslarçerçevesinde anlamaya çalışmak gerekmektedir. Özellikle de ekonomik yönü bulunan meselelere ayrıca dikkat etmek lazımdır. Günümüzde zekât ve faiz konusundaki keyfî yorum ve uygulamalar, Müslümanların en yoğun şekilde tehlike ile burun buruna geldikleri noktaları oluşturmaktadır.
Din ve iman hayatının her şeyden önce bir teslimiyet ve amel'den ibaret olduğu hatırlanacak olursa, fedakârlıkta bulunmadan, günün şartlarına göre bazı zararları göze almadan ciddî bir adımın atılamayacağı kendiliğinden ortaya çıkar. Mesela şehitlik yüce bir mertebedir fakat bedeli halis bir niyetle can vermektir. O halde sahip olduğu dini değerleri korumanın da elbette bir bedeli vardır. Bu bedeli ödemekten kaçınmak için yollar aramaya kalkışmak kalb kaymasının başlangıcıdır. Yüce kitabımız Musa (a.s.)'ın kavminden bahsederken "... onlar (hak) yoldan sapınca Allah da onların kalblerini (hidayetten) kaydırdı. Zaten Allah, yoldan çıkan milleti doğru yola eriştirmez..." buyurmaktadır.
"Kalb kayması", sevgi-nefret, özenti, çıkar ve şöhret duyguları, daha çok kazanma kaygıları gibi insanı yakından kuşatmış, onu uzun vadede kazanacaklarını düşünmekten alıkoyan düşünceler sonucu ve hemen daima itaatsizlik şeklinde görülür. Şu ayet, konuya ait temel prensibi ortaya koymaktadır: “Allah, bir milleti doğru yola eriştirdikten sonra, sakınacakları şeyleri onlara açıklamadıkça sapıklığa düşürmez. Allah her şeyi bilir."
Anne ve babasını müşriklerin işkenceleri altında kaybeden büyük sahabîAmmar, müşriklerin istedikleri sözleri söyleyerek tabi tutulduğu dayanılması güç işkencelerden kurtulma yolunu seçmişti.
Hz. Peygamber'e gelip durumu anlattı ve "Ben senden vazgeçirildim. Lat ve Uzza'nın senin dininden hayırlı olduğu bana söylettirildi" dedi. Hz. Peygamber ona sordu:
- Bunları söylerken kalbini nasıl buldun, kalbin nasıldı? Ammar (r.a):
- İmanla dopdolu, dinime bağlılıkta sapasağlamdı, cevabını verdi. Bu cevap üzerine Hz. Peygamber:
- O halde mesele yok. Sana yine aynı şeyi söyletmek isterlerse, söyle kurtul, buyurdu.
Allah Teâlâ da Ammar ve onun gibi İslâm imanıüzere sabit olduğu halde işkence ve ikrah altında farklı davrananlar hakkında şu ayet-i kerimeyi indirdi:
"Kalbi imanla mutmain ve müsterih olduğu halde cebir ve ikraha uğratılanlar hariç, kim imandan sonra Allah'ı tanımaz, küfre kucak açarsa, işte Allah'ın azabı o gibilerin başınadır. Onların hakkı en büyük bir azabtır."
Bütün bunlar, Hz. Peygamberin en çok yaptığı duanın ve "kalblerimizi kaydırma" ayetinin ümmete, kalbî istikamet ve tatminin Müslümanlığın esası ve vazgeçilmez rüknü olduğunu öğretmektedir. Çok karmaşık dünyamızda Müslümanlığımız ve tabii ahirette mutluluğumuz buna bağlıdır. O halde duamız da hep aynı olmalıdır:
"Ey kalbleri halden hale (renkten renge, şekilden şekile) çeviren Allah'ım, benim kalbimi dinin üzere sabit kıl."