İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan ve ABD hâkimiyetiniBirleşmiş Milletler yapısı üzerinden dünyaya yaygınlaştırmaya dönük küresel sistem bugün dünden daha fazla tartışılır hale geldi.
Sistemin tüm kilit pozisyonları kendi inisiyatifine bırakılan ABD’nin içine düştüğü kriz şartları, bu ülkedeki siyasal, ekonomik ve sosyal tartışmalar üzerlerinde baskı oluşturan unsurlar olarak duruyor.
Terör yapılanması Siyonist İsrail’in en son katliamı başta bu ABD olmak üzere sistem sorumluluğu üstlenen ya da sistem üzerinde belli miktarda da olsa nüfuz sahibi ülkeleri ciddi bir çıkmaza soktu.
Şimdiye kadar savundukları tüm temel değerleri açıktan ve taammüden ayaklar altına alan katiller, dünya düzenini de sekteye uğrattı. Bu saatten sonra kimsenin Ukrayna’nın işgaliyle ilgili ya da dünyanın farklı bölgelerindeki hak ihlalleriyle ilgili doğrudan laf etme imkânı kalmadı.
Yeni bir düzenin ortaya çıkıp, çıkmadığı halen tartışmalı. Zira sistemin temel aktörleri tartışılsa, eleştirilse ve kendisine karşı ciddi yapılanmalar ortaya çıksa da alternatifi gerçekleş(tirile)mediği için eski düzenin var olduğunu kabullenmek zorundayız.
Sistemi zorlayan güçlü aktörler mevcut. Çin, Rusya, Güney Afrika ya da Türkiye ve İran gibi devletlerin sistem eleştirileri var. Güç odağı olmaya çalışıyorlar. Ancak henüz tam başarı elde edildi demek için çok erken.
Lakin terör devletini kayıtsız şartsız savunmaları mümkün değil bugün. Olayın ilk duyulmasıyla savaş gemilerini ve yüzbinlerce tonluk mühimmatı derhal Siyonistlerin emrine veren ABD bunun sürdürülebilir bir durum olmadığını ya anladı ya da anlayacak.
Dünya düzenini tersyüz edecek asıl silah bilgi iletişim teknolojileri. Çünkü bilgiyi kontrol eden, teknolojiye hâkimolan sisteme de etki gücüne sahip olabiliyor.
Mevcut sosyal medya platformları maalesef taraflı ve egemen devlet olan ABD’nin ve arkasındaki güçlerin güdümünde.
Esasen ABD’nin egemenliği de tartışılır oldu. Asıl güç sahipleri bu ülkeyi de babalarının çiftliği gibi kullanıyorlar.
Dört yıl önce yapılan başkanlık seçimi ile gündeme gelen ve halen tartışma ve kavgaları devam eden ‘iç savaş’ sükûnetekavuşmuş değil.
ABD klasik bir devlet değil; büyük bir şirket olarak görüyorum. Nasıl şirkettin hissedarları, yöneticileri ve menfaatleri varsa, ABD de aynı durumda.
Bu nedenle ABD toptan beğenilen ya da toptan karşı çıkılan bir devlet değil. Çok farklı güç odaklarının rekabet halinde çalıştıkları bir sistem.
Bundan dolayı dünya düzeni esasen ABD’nin hissedarları ve ana aktörleri ile alakalı bir durum. Birincisini ve ikincisini çıkardıkları dünya savaşını finanse etmiş olan kişi ve şirketler ABD’nin yönlendirenleri, dolayısıyla dünya düzeninin de.
Bu dönemde başını yükselten devletler daha çok sistemin belirleyici güçlerinin iç meseleleri, kendi aralarındaki çatışma ve çekişmeler ile boş bırakılan alanlarda hareket alanına sahipler.
Türkiye bu durumda bir ülke. Başkaca devletlerle ve güç odaklarıyla birlikte ve uyumlu hareket ettiği zaman zemin kazanabiliyor.
Bunu da Mehter takımı gibi iki ileri, bir geri adımla gerçekleştirmek durumunda…
Son dönemlerde eleştiri konusu yapılan BAE, Suudi Arabistan, İran, Mısır, ABD, Rusya, NATO ve AB politikaları bu bakış açısıyla değerlendirilmelidir.
Dün kızdığımız, köpürdüğümüz ve tepki verdiğimiz ülkelerle bugün farklı bir görüntü ortaya koyabiliyoruz.
Sonuçta merkez ülke değiliz. Ekonomik, askeri ve siyasi etkimiz belli.
Ancak, son dönemlerde başta ABD olmak üzere güç odakları sık sıkı krizlere giriyor, ateşleri yükseliyor, sıkıntı yaşıyorlar. Türkiye bu durumları takip edip, boş bulduğu dönemlerde etki alanını geliştirme siyasetine bir süre daha güvenmek durumunda.
Her gün diklenmek, kavga etmek ve kafa tutmak bize göre değil.
Reel politik bunu gerektiriyor…