Trump’ın Obamacare fiyaskosundan sonra, reform olarak lanse edilen vergi oranlarının indirilmesi temelindeki çalışmaları da, aynı sona doğru hızla ilerliyor. Olumsuz iklim şartlarına bağlı yaşanan kasırganın yol açtığı tarım sektöründe artan işsizliğin beklenen düzeyde azalmaması, önümüzdeki yılla birlikte faizlerin artırılması ve parasal politikaların normalleşme sürecinin hızlanmasının beklenmesi gibi olası volatil gelişmelerin üzerine, vergi reformunun başarısının ve başka bir bahara kalabileceğinin kamuoyunda tartışılmaya başlanmasının dolar üzerindeki olumsuz etkisi, piyasaların belirsizlik katsayını yükseltmektedir. Trump’ın göreve geldiğinden buyana oldukça iddialı açıklamalarına rağmen, icraatlar yönünden zayıf kalması, üzerindeki soru işaretlerini ve bunun yansıması olarak ise belirsizlikleri artırmaktadır. Üstelik vergi reformuyla getirilmesi düşünülen kurumsal verginin %35’ten %20’ye düşürülmesinin ekonomiyi canlandırmasının beklenmesi gibi olumlu etkisi yanında, ABD Kongresinin partiler üstü bürokratik kurumu Bütçe Ofisi (The Congressional Budget Office (CBO) tarafından ABD’nin 2027 yılı itibariyle kamu borcunun 1,7 trilyon dolara yükseleceği ifade edilirken, kamu borcu-gayrisafi yurt içi hasıla oranının % 97,1'e ulaşacağı tahmin edilmektedir. ABD Başkanı Donald Trump ve Cumhuriyetçi Parti için büyük önem taşıyan kurumsal vergi oranının tek hamlede ve kalıcı olarak %35'ten % 20'ye indirilmesini, ayrıca mevcut durumda 7 dilimden oluşan bireysel gelir vergisi oranlarının %12, %25, %35 ve %39,6 olmak üzere 4’e indirilmesini öngören vergi reformu konusunda ABD Kongresinin partiler üstü bürokratik kurumu olan CBO, genel bir yaklaşımla ülkenin mali pozisyonunu olumsuz etkileyebileceğini öne sürmektedir. Bill Clinton hükümetinde 1995-1997 yıllarında Ekonomik Danışmanlar Kurulu (Council of Economic Advisors) başkanlığı ve Dünya Bankasında baş ekonomistlik gibi bir çok önemli görevlerde bulunan Joseph Eugene Stiglitz’de, Trump’ın getirmeyi düşündüğü vergi reformunun gelir eşitsizliğini daha da bozacağını, yatırımları ve dolayısıyla istihdam oranını yükseltmek gibi bir işlev göremeyeceğini, yoksullardan daha çok büyük şirketlerin ve zengin kişilerin daha da zenginleşmesine yol açacağını iddia etmektedir. Ayrıca Trump’ın Çin gezisinde, yapılan görüşmelerde Çin yetkililerin önceki ABD yönetimleri tarafından haksızlıklarla karşılaştıklarını ısrarla dile getirmeleri ve ardından korumacı politika uygulamaları beklentisi olasılığını güçlendirmesi ve Güney Kore ziyaretinin jeopolitik gerilimi artırması, Suudi Arabistan’da başlayan siyasi çatışma ve göz altıların siyasi riskleri yükseltmesine bağlı olarak petrol arzını azaltması yada istikrarsızlaştırması da, tüm ülkelerin ekonomi politikalarının daha dinamik ve kompleks olmasını zorunlu kılmaktadır. Artık dünya ekonomi ve siyasi denizinde rüzgarlar çok daha sert estiğinden, dalgalar da büyük olmakta ve yakın zamanda sakinleşeceğini de beklemek fazla iyimserlik olacaktır.
FED Philadelphia Şubesi Başkanı Patrick Harker’ın FED’in 4,5 trilyon dolarlık bilançosunu küçültmeye başlamasının gerektiğini ve Aralık toplantısında faiz artırım kararını destekleyeceğini açıklaması, San Francisco FED Başkanı John Williams’ın da Aralık’ta faiz artırımına gidilmesini ve 2018 yılında da üç kez faiz artırımım yapılmasını beklediğini ve yavaş yavaş %2,5 civarına yükseleceğini vurgulaması, Powell’ın da başını çektiği FED önderliğindeki para piyasalarının, önümüzdeki yıldan itibaren hareketli gelişmelere gebe olacağı görülmektedir. Bu noktada Türkiye’nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkeler grubunun, kısa dönem siyasi çıkarlar uğruna popülist politikaları bir yana bırakarak, şimdiden gerekli yapısal kararları alarak uygulamaya koymaları büyük önem taşımaktadır. Değilse faizlerin artmasıyla güvenli ve aynı zamanda yüksek karlı liman arayışındaki küresel spekülatif sermayenin (Amerikan Doları) büyük bir kısmının vatanına dönecek olması, cari dengesi açık veren ve üstelik enerji ithal etmek zorunda olan ülkeleri, iktisadi açıdan zor günlerin bekleyeceği görülmektedir. Euro alanı büyüme oranının Avrupa Komisyonunca %2,2’ye yükseltilmesi (%1,7’den), AB ile güçlü ticari ilişkiler bağı olan Türkiye için kısa ve orta vadede olumlu bir durumdur. Bundan sonra yapılması gereken ülkemiz çıkarlarını korumak kaydıyla, AB ülkeleri ile siyasi gerginliğin azaltılarak, karşılıklı ticareti ülkemiz lehine artırmaya çalışmaktır.
Dünyanın savaşlar, çatışmalar, siyasi çekişmeler ve ABD, AB başta olmak üzere ülkeler arasında ekonomi mücadeleleriyle sertleştiği günümüzde, ilave sorunlar çıkaracak cepheler açılmamasını başaran politikalar ve istikrar içinde üretim ekonomisine odaklanılması, siyasetçilerin kendi halklarına verecekleri en büyük armağandır.
Soru: Likidite tuzağı koşullarında para politikası uygulamaları etkin olur mu? Neden?
Sözün Gözü: Hem doğruyu söyle hem doğru ol.