Yunanistan seçimlerini kazanan Radikal Sol Koalisyon (SYRİZA) un lideri Aleksis Çipras’ın Yunan yasalarına göre Başpiskopos huzurunda İncil’e el basarak yemin etmesi gerekiyordu. Öyle yapmadı, Cumhurbaşkanının önünde sadece siyasi yemin etti. Belki, dışardan bakıldığında haber değeri bile taşımıyor bu olay. Ne olmuş yani. Bir siyasi liderin inanmadığı değerler üzerine yemin etmemesinden daha doğal/ normal ne olabilir ki. Aksine; İnanmadığı değerler üzerine yemin etmesi tuhaf olurdu. Adam ateist, İncil bu adam için hiçbir şey ifade etmiyor ki el basarak yemin etmesinin bir anlamı olsun. Ama Türkiye’den, Türkiye cephesinden, Türkiye perspektifinden bakıldığında şaşırtıcı ve önemli bir haber.
Cumhuriyet Türkiye’si yemin metinlerini gardiyan gibi kullanıyor. Bir çok kamu görevlerine başlarken Kemalist, Laik Cumhuriyetin kurucu ilkelerine bağlılığı içeren bir yemin metni çıkıyor karşınıza. Mecbursunuz, Yemin etmezseniz göreve başlayamayacağınız gibi, ucu ihanet-i Vataniye’ye varan suçlamalara maruz kalırsınız. Özellikle milletvekili yemin metni, sistemin merkezinde yer almayan siyasi hareketler için her daim sorun oluyor. İnançları ve seçmenlere verdikleri sözlerle yemin metni arasında ki uyuşmazlık vekilleri ara formüller bulmaya itiyor ve ortaya bazen trajik, bazen de trajikomik manzaralar çıkıyor; Örneğin doksanlı yıllarda Refah ve Fazilet Partili vekillerin bir kısmı kürsüye gelmiş ve ‘önümdeki metni okuyorum, bu kâğıtta yazılanları okuyorum’ diyerek başlamışlardı yemin metnini okumaya. Bu çözüm ne karşıtlarını, ne taraftarlarını ne de kendilerini tatmin etmiş olmasa da yapabilecekleri fazla bir şey yoktu. 1991 de DEP’li Leyla Zana ve Hatip Dicle’nin Kürtçe yemin teşebbüsleri hayli gürültü koparmış ve krize neden olmuştu.
Yemin metinleri üzerinden bir modern Türkiye tarihi okuma denemesi gösterecektir ki demokratikleşme ile yemin metinleri arasında hep bir zıtlık söz konusudur. Halk oyu’nun merkez dışına yoğunlaştığı dönemlerde Cumhuriyetin temel ilkelerine vurgu artmıştır. İlk yıllarda vallahi, billahi, şer-i şerife bağlı kalacağım gibi ifadeler içeren metinler zamanla seküler bir forma kavuşmuştur. Anti parantez ortaya oldukça uzun tek cümlelik bir yemin metni çıkmış, TBMM yemin törenleri her dönem değişik polemiklere malzeme olmuştur. Millet yemin törenindeki performanslar üzerinden ne adamları vekil seçtikleri hususunda bir ilk intibaya sahip olmaktadır. Kağıda bakmadan okuyamayan, kağıda baksa bile okuyamayan, şakır şakır okuyan, ezberden söyleyen vekillerimiz vardır her zaman.
Malum; Cumhuriyet tarihi, insan hak ve hürriyetleri bağlamında bir daralmalar ve genişlemeler tarihidir. Halk ne zaman resmi ideoloji dışı talepler öne sürse devlet totaliterleşmenin dozunu artırarak cevap verir. Sonra o totaliter devlet halkına bir takım haklar verir ve bu haklar yeni hak taleplerini doğurduğunda copu, tankı, topuyla, mahkemeleri ve yasalarıyla ceberrut yüzünü gösterir.
Osmanlının çöküş döneminin hayli uzun sürdüğü bunu da dış politikada ki denge siyaseti ile başardığı söylenir. Cumhuriyet döneminde bu taktik iç siyasete taşınmış, devlet toplumu katmanlara ayırarak, bir tarafa yaslanıp diğer tarafı ezerek doksan yılı devirmiştir. Bu siyaset nedeniyle her iktidar taraftarlarını intikam duygularıyla motive etmekte, özgürlükler ve demokratikleşme bir taraf aleyhine rafa kaldırılmakta yada hep rafta kalmakta, devletin totaliter kimliği her daim toplumsal meşruiyet zemini bulmaktadır. Ak Parti dönemi, yada artık yeni Türkiye de siyasetin ‘biz daha rövanşı oynamadık, biz daha intikamımızı almadık söyleminden, özgürlük, adalet ve kardeşlik herkes için hemen şimdiye evrilmesi gerekir. Çünkü biz kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma diyen bir medeniyeti temsil ediyoruz. Yemin metni bu söylem değişikliğinin çok önemli bir parçası olacaktır. Metnin şekli üzerinde çok düşünmeye gerek yok. Kim neye inanıyorsa onun üzerine yemin etsin, seçmenine ne söz verdiyse onu deklare etsin yeter.