Büyükler söylerdi; kimse kimsenin nasibini yemez. İnanç temelli bu teslimiyet, yaratılmış her canlının nasibinde olduğu kadarıyla iktifa etmesi gerektiğini de hatırlatan bir kabulleniş. Nasibimizde olanı kursağımıza düşürecek olan şey de gayret ve çaba.
Dünya, üzerinde yaşayan her canlıyı doyuracak kadar zengin ve büyük. Var olduğu andan beri türlü türlü nimetler, envaiçeşit yiyecekler, keşfettikçe sunduğu imkânlar ve dahası ile dünya, bilhassa insanoğlunu doyuruyor. İnsan, sahip olduğu yetenekler, üretme ve keşfetme becerisi, kavram üretebilme ve sistem kurabilme aklıyla konforu ve rahatı için dünyayı harcamaya devam ediyor.
İnsanın yaratılışı ve dünyaya gelişiyle başlayan var olma, ihtiyaçlarını karşılama, doğabilecek giderleri için önceden biriktirme dürtüsü zaman içinde ekonomik sistemleri doğurmuş oldu. Para, bir meta olarak sahibine güç ve iktidar vermeye başladığında kazanılması gereken bir şey oldu. Karnını doyurmak ve temel ihtiyaçlarını karşılamak için paraya gereksinim duyan insan artık para kazanmak için yaşar hâle geldi.
Rızkının peşinde olmak, insani bir yaşam sürmek, yeteneği doğrultusunda nafakasını temin etmek en temel prensip ve doğru iken hep daha çok hep öncekinden fazla kazanma arzu ve hırsı, kaynakların eşit ve adil dağıtılmasına da mani oldu.
Kalkıp ekonomik sistemlerden ve paranın tarihinden, ederinden bahsedecek değilim. Uzmanları sayfa sayfa yazıyor, ekranlar onların tahlilleri ile dolu. Mevzu şu ki modern dünya ve hatta post modern yaklaşım ve teknolojinin bunca hızlı olduğu çağdaş dünya “yedikçe acıkanları” doyurmaya yetmiyor. Daha fazla hep daha fazla kazanmalıyım, ötekinden de fazla olmalı, bu yıl hedefleri geçmeliyim, istatistiklere kafa tutmalıyım hırsıyla yanıp tutuşanlar ne kadar yerlerse yesin doymayacaklar ve bu doymak bilmeyenler kendileriyle birlikte bizim de başımıza dert açacaklar.
Çok kazanmalıyım yaklaşımı ile yeterince kazanmalıyım yaklaşımı arasında derin bir uçurum olduğu muhakkak. Günümüz insanı, hele modern ve pek gelişmiş finans sistemlerine teslim olmuşsa dediklerimizi yavan ve garip karşılayacaktır. Bu türden insanların zihni “kazanmalıyım” değil “daha çok kazanmalıyım” feveranıyla çalışıyor. Kazandığını yeterli görmüyor, zaten kazandım bu benim rızkım yerine “kazancım birdi iki olsun, ikiyi zaten kazandım o zaman niye dört değil” telaşıyla saldırdıkça saldırıyor. Bu telaş, bu hırs, bu arzu bir müddet sonra tüm kuralları, tüm ilkeleri, vicdani ve manevi değerleri yerle yeksan etmeye başlıyor.
Doymayanlar, doymak bilmeyenler tek ölçüyü “ne kadar kazandım ve daha çok nasıl kazanabilirim” diyerek, yaşamanın ne getirip ne götüreceğini düşünmeye de fırsat bulamıyor. Bu tür kişiliklerin “fırsattan” anladığı şey kazancına kazanç katma ortamı.
Çok uzak değil “ben bugün siftah ettim, komşumdan alın” diyerek müşteriyi yan komşuya gönderen esnafımızın varlığı. Geçici bir dünyada yaşadığımızı, öte dünyaya bir metre bez parçası ve amellerimizle gideceğimizi daha dün okudun oysa bir Cuma mesajında.
Dünyada gerçekten aç olan insanlar var, aç bırakılmış, geri bırakılmış, zenginlikleri çalınmış, ötelenmiş, hırpalanmış coğrafyalar var. Lakin yedikçe acıkanlar, sömürmeye doymayanlar insafsızca ve kural tanımadan hep daha fazlasını isteyenler, kendilerinin kazanması üzerine sistemi kurmuşlar ve bunun için var güçleriyle savaşıyorlar.