Çok değil yedi gün önceydi, yedi uzun gece yedi hüzün sabahı…
Yedi gün önceydi; yine ondan önce uyanmış, yine ondan önce başlamıştı güne. Bir Eylül sabahıydı, güzdü beklenen ve sararmış yapraklardı ilk düşen. Pencereyi açmış, serin bahar sabahı, ışıldayan güneş ve ıhlamur kokusu doluvermişti odaya. Güneş önce kerpiç sıvalı duvarın rengini sonra duvarda asılı saatin ahşap çerçevesini çıkarmıştı ortaya.
Yedi gün önce de aynı bahçede aynı çiçekler günışığına dönüyorlardı. Üç oda bir mabeyin, bir küçük mutfak, uzak dağlara bakan daracık bir balkon ve kapıdan çıkıverince karşılayan bir çiçek bahçesi, bir ıhlamur bir de akasya vardı.
Yedi gün önceydi, ne kadar sabah geçip gitmişse bugüne kadar ve Eylül, kaç ömür saymışsa benzer sabahlar gibiydi işte. Evin kedisi çoktan kapıya gelmiş şekerleme yapıyor, tahta kafesinde yalnızlığın keyfini çıkaran muhabbet kuşu bir bahar şarkısı söylüyordu. Eski bakır demliği ocağa koymuş, su kaynayana kadar kamelya çiçeklerini ve hatmileri sevmeye çıkmıştı. O bahçedeyken uyanacaktı, kızmış gibi yapıp “yine mi çıktın sabah sabah dışarı” derken bile gülümseyecek “çayı demledim, haydi” diyecekti.
Kahvaltı sabah serinliğinde balkonda yapılacak, akşam sofrasına yemek konuşulacak, bardağı yine yarım bırakacak yine çeyrek ekmek iki zeytinle doyacak. Uzaklara, çok uzaklara dalıp gidecek yine, belli belirsiz bir ah çekecek “aramadılar mı” diye soracak, “geçen gün aradılar ya hay adam” cevabını alınca, başı öne düşecek “varsın, yerlerinde iyi olsunlar” deyip yine uzaklara dalacak.
Yedi gün önceydi, kahvaltıdan yine yarı aç kalkmış, tek şekerli ve demli çayını alıp pencerenin önüne oturmuştu. Mutadı üzere önce tespihini çekecek, duasını edecek ve ellerini yüzüne götürecek. Köstekli saatini çıkaracak sonra duvar saatine bakacak, gözlerini kısarak kendi saatiyle kontrol edecek. Yerinden kalkıp duvar saatini tam iki dakika ileri alacak ve “şu saati de bir tamir ettirmeli” diyecek. Ayniyle vaki oldu bunların hepsi; saat iki dakika ileri alındı, tespih yeleğin cebine kondu, evin sessizliğine geri dönüldü.
Duramadı yine yerinde, mutfağa doğru seslendi “bitmedi mi?” Hayıflanarak ama asla kızmadan “Bitse ne olacak hay adam, bir yere mi yetişeceksin, kim bekler seni bu saatten sonra” deyip gülümsedi. Yetişemedik hiçbir yere ne vakit kaldı ne mecal, yetiştiğimizi sandık sadece.
Yedi gün önceydi, yerinden kalkıp evin tüm odalarına girdi. Büyük odada gençliğini, misafir odasında yazıp çizdiklerini, söylediği şarkıları, kavgalarını, çocukların çekip gidişini, terk edişlerini andı, kimine gülümsedi kimine iç geçirdi. Son odaydı geldiği; sandığı açtı, kırmızı deri kaplı eski aile albümünü çıkardı. Siyah beyaz onca fotoğrafı odanın ortasına dizdi. Hepsini tek tek eline alıp bakmaya başladı. O halde ne kadar kaldı kendi de bilmiyordu ta ki “hayrola herif, ne yaptın böyle, dağıtmışsın” nidasına muhatap olana kadar. Sonra her ikisi oturdu fotoğrafların başına. En çok adam ağladı, en çok o çocuklaştı, en çok o mahzunlaştı.
Elinde son çekilen aile fotoğrafı olduğu halde dışarı çıktı. Askılıktan ceketini alıp omzuna attı, fotoğrafı iç cebine koyup “Öğleyi kılıp gelirim” dedi ve kendini dışarı attı. Yolu uzatıp mezarlığa düşürdü, önce babasını, sonra iki dedesini ziyaret etti. Namaz sonrası çarşıya uğradı, tanıdık eş dost selam verdi, hal hatır etti, dua istedi. Yedi gün önce daha ikindi olmadan, cebindeki aile fotoğrafını fotoğrafçıya verip çerçeve ettirdi.
Yedi gün önceydi, yine “iki uzun bir kısa vuruşla” çalmıştı kapıyı. Başı önde sessizce girip selam vermişti sadece. Cebindeki anahtarı, baba yadigârı tespihi, çerçeveli fotoğrafı ve köstekli saatini çıkarıp kapının yanındaki masaya bıraktı. Eve girmeden dönüp bahçeye çıktı. Ihlamurun altında eski iskemleye oturduğunda, donup kalmış ve hayretle ona bakan kadını fark etti. “Kahve mi içsek” diyerek durumu savuşturdu. Kadın olan biteni, ondaki edayı garipsedi lakin ses etmedi. Bakır cezvede, kavanozda kalan son kahveyi pişirip iki fincana pay etti. Adamı yine uzaklara bakarken buldu, kahveyi verip diğer iskemleye oturacaktı lakin adam “serin sanki üşüdüm” deyince gerisin geri eve döndü.
Yedi gün önceydi, jandarmalar tutmuştu kapıyı, ambulanstan inmişti sedye, konu komşu, kız kızan toplanmıştı evin önünde. Kapının önünde hıçkırıklara boğulmuştu bir kadın, kucağında adamın ceketi sıkıca sarılmıştı, sesi kısılmış, sapsarı kesilmişti. Ihlamurun altında, başı yana düşmüş, gözü uzaklarda, parmaklarında takılı kalan fincanla bir adam vardı. Yedi gün önceydi, sala verilmiş, gün batmadan mezar kazılmıştı. Aynı sandıktan kefen çıkarıldı, hoca “er kişi niyetine” dedi.
Evin kedisi görünmedi bir daha, kafeste kuş muhabbeti kesti, siyah beyaz aile fotoğrafı salona asıldı ve aynı sandıktan siyah yazmalar çıktı. Yedi gün önceydi…