Günümüz yazarları, gençliği nasıl ve ne kadar etkiliyor? Doğrusu bu sorunun cevabını merak ediyorum. Medyanın çok çeşitlendiği çağın yazarları ne yazıyor? Okurunu neye veya nereye çağırıyor ve bunda ne kadar başarılılar? Aslında bir tez konusu olabilecek bir merak bu. Belki de böyle bir çalışma vardır, bilmiyorum. Sanatın Allah’ı aramak olduğuna inanan bir okuryazar olarak; günümüz üdebasının bu anlamda nerede oldukları önemli bir konu.
Biraz eskilere gitmek istiyorum. Üstat Necip Fazıl ile genç Cahit Zarifoğlu bir vesileyle konuşurlarken, Necip Fazıl’ın yüzü bir anda değişir: “Sen, evvelki yıl, zifiri karanlık bir gece yarısı, yağmurlu, fırtınalı bir havada, üzerine iri iki köpek de hırladığı halde, güm güm kapımı vurup, saçın, üstün başın perişan ve meczup, adeta yakama yapışarak ‘ben sen mahvettin, beynimi allak bullak ettin!’ diyen şahıs sen değil misin?” o şahıs Zarifoğlu değildir; fakat Üstat ısrarlıdır. “Sana bakarken hayalimi biraz oynattığımda o oluyorsun. Yanıldığımı zannetmiyorum” der.
Sonra Cahit Zarifoğlu kendisine benzetilen kişiyi bulur. Boyu kendi boyu kadar, vücutça inceliği kendi inceliği kadar, kendisi kadar esmer olan bu adamın mimikleri, jestleri, ses tonu, hatta sigara içişi kendisine çok benzer. Bu adam geldiği yörenin aksanıyla konuşan, sanatkâr mizaçlı biridir. Şiirleri ve düzyazıları vardır. Doğal bir duruşa değil, sinirli bir duruşa sahip bu huzursuz adam Salih Mirzabeyoğlu’dur, yani Salih İzzet Erdiş.
Mirzabeyoğlu, Necip Fazıl’ı adeta su içercesine bir ihtirasla okumuştur. Onun cümleleri ile konuşur. Yazılarında adeta onun üslubu vardır. Bu üsluba bakarak Necip Fazıl’ın sanmak bile mümkündür. İşte o mezkûr gecede Necip Fazıl’ın kapısına gidip “Beni öldürdün” demiştir. Evet, bir genç yazardan, bir şairden bu kadar etkilenecek kadar onu okumuş, yazdıklarının içine girebilmiştir. Kendi kimliğini bile yok etme tehlikesine düşecek kadar ondan etkilenmiş ve “Beni öldürdün” diyecek denli öfkelenmiştir. Böyle yazarlar var mıdır? Varsa böyle gençler okuyor mudur? Dahası bu etkide yazan yazarlar bu günkü gençliği nereye çağırmaktadırlar? Allah’ı mı aratıyorlar? Dünyada beyhude mi dolaştırıyorlar?
Kalem sahibi olmak, sorumluluk sahibi olmaktır aynı zamanda. Gençliğe yaşadığı şehirde kültürel faaliyetler yapabileceği alanlar açılmalı, edebi bir ortam oluşturulmalıdır. İçeriği milli, dini değerlerle dolu dergiler, gazeteler, kitaplar ellerinin altında olmalıdır. Okullar buna teşvik etmeli, yazarlar, şairler buna çağırmalıdır gençleri. Bunu yaparken de yüksek bir zevk çemberinde yüksek bir edebiyat ortaya koymalıdır. Modern metinler, yeni türeyen edebi akımlar manzarayı bulanıklaştırıp, dimağları yormakta, davetkâr olmaktan öte okuyucuyu itmektedir. Yunus’un duru Türkçesi, Karacaoğlan’ın lirik anlatımı, Necip Fazıl’ın çarpıcı metinleri, Mehmet Akif’in imanı yeniden dirilmeli ve deizmin, ateizmin ve de uyuşturucunun elinde heba olan gençlerimizi özümüze taşımalıdır.
Okumak, aynı zamanda insanı aksiyoner yapmalıdır. Salt bilgi hayata geçirilmedikten sonra pasifize olur ve kimseye bir faydası olmaz. İnsan bir şeyleri yaparken hatalara, yanlışlara düşebilir bunda bir beis yoktur. Mühim olan okuduklarından kazandığı ferasetle kriz yönetme kabiliyetine sahip olmaktır. Okuma eylemi toplumumuzda boş zamanlara itilmiş, okurken dinleneceğimizi, eğleneceğimizi sandığımız bir ritüel gibi algılanıyor. Elbette bu saydıklarımız da var bu eylemin içerisinde, ancak okumak bir taraftan da ciddi bir iştir. Konsantrasyon ister emek ister ve her şeyden önemlisi bir metot ister. Yazarlık ise bu saydıklarımıza birkaç misline katlanarak sahip olmamız gereken kavramlardır. Çünkü yazı, hangi türde olursa olsun büyük bir özveri gerektirir. Okuyucunun anlayacağı bir dil tuttururken, edebiyatın lezzet kıvamını da ayarlamak zorundadır yazar. Sevgiden yola çıkarak adaletli bir yol tutturup hakikat dairesinde olmak ve özümüzle yoğrulmuş metinler ortaya koymak en doğrusudur.
Gençliğe okuma sevgisi aşılayacak, bu sevginin içine merak etmeyi karıştıracak, o merakın sonucunda bilgiye sahip olma lezzeti katacak yazarlara ihtiyacımız var. Ancak bu yazarlar da kendi kökü üzerinde yeşermiş, yerli kalmayı başarmış hakikat aşığı insanlardan çıkmalıdır. Bunu başarabilirsek dergilerimiz, gazetelerimiz ve kitaplarımız mayınlı alanlar olmaktan çıkarak yeni bir neslin beslendiği verimli bir alana dönüşecektir. Bunu başaramadığımız sürece yabancı kültürlerin insafına bırakılmış bir gelecekte kaybolup gideceğiz.
Sevgiyle kalın.