Eski Yunandan Thucydides "Tarih sürekli bir başlangıçtır. İnsan yaşadığı sürece tarihle ilgilenmek zorundadır, hangi mesleğe/meşrebe iltisaklı olursa olsun" buyurmuş. Yani tarih okumak, öğrenmek, araştırmak felsefi bir ibadet Yunan bilgesine göre. Binaenaleyh/dolayısıyla, “bu minvalde düşündüğümüzde, günümüzde olan olayların milattan öncesi ve milattan sonrasıyla tamamı geçmişte, tarihte olmuş/bitmiş vakaların tetiklemesiyle vuku buluyor" diyor. Hakikaten ihtilallere, inkılaplara, darbelere, savaşlara analiz seviyesi/bilgisi olan bir gözle bakılırsa Filozof Yunan dedesi Thucydides’in boş konuşmadığı düşüncesi kabul görüyor.
VOLTER: TARİH KRALLARIN/ GENERALLERİN ÇİFTLİĞİ DEĞİL
Tarih hakkında o kadar önemli ve değişik şeyler söylendi ki tek bir tarife sığmıyor. Zira tarih her konuyu kapsamakta. Her şeyin bir girişine, başlangıcına ışık tutmakta. Her şeyin bir tarihi vardır düşündüğümüzde. Mesela tıp tarihi, mimarlık tarihi, sosyoloji, edebiyat, müzik, resim ve diğer düşünebildiğimiz insan hayatıyla ilgili bütün yapıp etmelerin hepsinin tarihi olduğunu görürüz ve inkar edilemez. Ünlü Volter, “Tarih, kralların generallerin çiftliği değil, milletlerin tarlasıdır. Her millet geçmişte bu tarlaya ne ekmişse günü ve tarihi geldiğini onu biçer” diyor. Bazı yazarların tarifiyle tarih tarife sığmıyor. Ünlü J.jack Ruso da devam ediyor ve şöyle buyuruyor "Tarih okuyana gözünün görme derecesine göre yol gösteren bir kılavuzdur.” Doğru söylüyor. Herkesin gözünün/gözlüğünün derecesi aynı değildir nitekim. Ha ha ha. Şarkın değişik şiir ve büyük sanat bülbülü Hayyam ise "Tarih kainatın vicdanıdır" demiştir. Aynı zamanda kalemiyeden olan büyük devlet adamlarımızdan Cevdet Paşa ise tarihi pusulaya teşbih ederek; "Tarih bilmeyen devlet adamının durumu, pusula okuyamayan, dalgalara ve fırtınaya tutulmuş bir kaptanın içinde bulunduğu vahim durum kadar kötü" olduğu savını serdediyor. İkisinde de karaya oturma/batma riski mevcuttur der. Bize okulda öğretilen tarihin tarifi neydi? "Zaman ve mekan bildirerek mazide olanları izah eden, anlatan ilmi disiplindir." Yukarıdaki izahlara baktığımızda herkesin ve kesimin tarih tarifi kendine yontmakta gibi dimi?
İDDİA: MEZARDAN YÖNETİLMEK
Musab Seyithan bir paylaşımında Türkiye’nin mezardan yönetildiğini; Mustafa Kemal için de “mezarda ülkesini yöneten tek lider” ifadesini kullanır. El hak doğrudur; hal-i hazırda Türkiye mezardan yönetilmektedir; zira Türkiye’yi yönetme iddiasında bulunan muktedirler(!) dün olduğu gibi bugün dahi- gönüllü gönülsüz- Anıtkabir’den direktifler almaya ve bu direktifler doğrultusunda ülkeyi yönetmeye devam ediyorlar. Bu ciddi bir mes’ele ve ne yazık ki sadece siyasi alanla da sınırlı değildir. Türkiye’nin mezardan yönetilmesini anlayabiliyorum; zira hâlâ bu Müslüman toprakların en kudretli gücü Laik seküler Kemalist güçtür. Bunun en açık delili ise bütün iktidar adaylarının -sağcı, solcu ya da bir başka isim altında yaptıklarını ve yapacaklarını ve tabi ki yaptıklarının sonuçlarını Mustafa Kemal’e refere etmeleridir. Mesela Anıtkabir’e gidip onay almayan bir başbakan veya bir Cumhurbaşkanı var mı bildiğiniz? Bu, bir paganist anlayış mıdır? Kesinlikle evet! Bundan kurtulmak mümkün müdür? Kesinlikle mümkündür! Nasıl?
Öncelikle ve kesinlikle zihinlerimizi mezarlardan beslemeye bir son vermemiz lazım. Mezardan maksadım geçmişe ait; atalarımızın ürettiği kutsal, doğma ve tortu kabilinde her ne varsa. Geçmişe ait yani geçmişten gelen tek bir kutsal varsa o da Hz. Peygamber’in kendisine inen vahiy doğrultusunda inşa ettiği üsve-i hasene (en güzel örneklik) olan yapıp ettikleri ve tavsiye buyurduklarıdır. Diğer bütün üretilmiş bilgiler, tezler, söylentiler- İslam dünyası için söylüyorum- "kiylü kal" den ibarettir. İşe yarayanı-ma’ruf olan- alır, yaramayanı- münker (nehy olunan, yasaklanan) olanı- terk ederim. "Mezardan zihin inşasını" bir hastalık olarak değerlendirdiğimi belirtmek isterim; zira mezar yani geçmiş geçmiştir; eskimiş, pörsümüş ve güncelliğini ve hatta canlılığını kaybetmiştir. Buna “geleneğe karşı çıkmak, redd-i miras” gibi şablonlarla kimileri karşı çıkabilir, küçümseyebilir. Halbuki “Hayy” olan Allah an be an yaratmaktadır; varlık diridir, canlıdır ve hareket halindedir. Ben, sen ve her şey bu dirilik ve canlılık içerisinde bir hayat sürmekteyiz. O halde neden “her şeye” zihni, düşünceyi ve eylemleri de eklemlemiyoruz. “Her şey” diri, canlı ve hareket halinde iken neden mezardan beslenme gibi bir ölü şeyet zihnimizi dolayısıyla eylemlerimizi tabi tutuyoruz! Ne kadar acayip değil mi? Âlimlerimiz ölü, liderlerimiz ölü, okuduğumuz kitaplar ölülerin kitapları, örnek aldığımız şahsiyetler ölü ve ben şu an bile ölülerden bahsediyorum!
Hz. Peygamber de öldü, diyenlere: Elbette O (s.a.v.) ölmüştür; ancak baki olan Allah’tır ve Allah’ın sözleri de kendisi gibi diridir- Hayyün la yemut- diriden diri çıkar fehvasınca Müslümanların bilgilerini güncellemeleri, yaşamın diriliğine ve hareketliliğine zihinlerini de tabi ve uyumlu kılmaları sorunlarımızın önemli bir kısmını halleder, kanaatindeyim." diye devam ediyor.
VEEEE ÇAMAN EKMEKLE YAZMAYA BAŞLADIĞIMIZ KENDİ TARİHİMİZ
Bizim öğrencilik yıllarımızda İsrail 29 gün ve gece Lübnan’ı aralıksız bombalamış alt yapı yani yol, su, elektrik fabrika -eğer varsa- başta olmak üzere alt yapı bırakmamıştı. Kayseri’de eski sanayideki şimdi kapanan bir benzinlik vardı, o benzinlikte karaborsa mutfak tüpü satılıyordu ve zavallı merhum annem, ufak bir tüp almak için gecekondudan yani mahalleden oraya yalvar yakar beni yollar günlerce bekler bazen bir ufak tüp alır, zaman zaman da alamadan gelir dersimi yapamazdım. Dolmuş param yoktu çoğunlukla tabanvayla gelir giderdim. Bunlar 70’li yıllardaydı. Kayseri’nin varlıklı çocuklarının, arkadaşlarımızın kışın her türlü parke ve pardesüleri varken biz köyden gelip okuyanların memur olana kadar paltomuz ve pardesümüz olmamıştı. Yalan diyen çıkarsa ben yazı yazmayı bırakırım billahi. Şimdiki A-B-V den Z’ye kadar bütün kuşaklar bu karanlık ve kıtlık yıllarının üzerine sünger çekmeye uğraşıyor gibi geliyor adama.
Yapılan konuşmalar ve yorumlar adama dilini yutturuyor. Yazın köyde yayık yağıyla kahvaltı yapar kışın okula geldik mi çaman ekmek parası bulamadığımız nostaljik yılları sanki tek başına ben yaşamışım gibi yadırgıyorum kent insanını. Gecekondumuzda ve kentin pek çok kenar mahallesinde ders çalışmak için elektrik ve bazı evlerde şehir hattından su döşenmediğinden annelerimiz başka yakın yerlerden -aşağı kuyudan- su getirdikleri yaşadığımız realitelerden bir kısmıdır. Şimdi A-B-C- ve en son revaçta olan Z kuşakları daha yarım asra varmayan ekonomik ve zor hayat şartlarını yaşamamış gibi. Kalemiye ve kelamiye cenahlarından bu günümüze "Elhamdülillah" dedirttiremezsiniz gibi geliyor. Bilmezlikten gelseler de bizden ala biliyorlar o vesayet ve IMF ile darbe tehditli demeçler savurmaktan başka vatan hizmeti yapmayan karargah siyaseti güden anti demokrat sahte laik ve Cumhuriyetin C sine layık olmayanlar. Tarih yazmak, tarih yapmaktan zor diye bir cümle okudum en son elimde olan kitapta. Yazımı, bu yaşadıklarımızın da kendi kentsel, kişisel tarihimiz olduğu ve kayda düşmesinin vazifemiz olduğundan konuya ayırdım. Son sözü ehline söyletiyorum.
"Tarih tekerrürden ibaret derler İbret alınsaydı hiç tekerrür eder miydi tarih?”