Zaman da herkesin meşrebine göre akmaya başladı artık. Kimine göre Ramazan’ın son günleri, kimine göre bahar ayı nisan, kimine göre ise bambaşka çağrışımları olan bir ay ya da mevsim. Öylesine bireyselleştirildi ki insan herkesin bir takvimi, bir mevsimi, bir dünyası var. Bu bireysellik giderek yalnızlaştırıyor çağın insanlarını. Önce mahallelerimiz yok edildi, sonra çekirdek ailelere bölünerek evlerimizin ruhu zayıflatıldı, şimdi de evlerimizi odalara böldüler. Artık aile bir sofrada bile toplanamıyor. Televizyona bile rahmet okutan telefonlar, tabletler, laptoplar hane halkını başka başka odalara ayırıverdi.
Gençler evlendiğinde onlara “bir yastıkta kocasınlar” temennisinde bulunulurdu. Artık çiftlerin yataklarında iki yastık oluyor ayrı ayrı. Bu yatakta başlayan ayrışma olumsuzluk doğuruyor ve eşler arasında bir mesafe ve soğukluk meydana geliyor. Elbet bütün sorun bundan çıkmıyor ama buralardan başlıyor bireysellik dayatmaları, hayatı inşa edecek, ihya edecek paylaşımcı ruhumuza küçük küçük sadmeler vurarak büyük darbeler vuruyorlar.
Peki kim bunlar? Bizim hayatımıza müdahale eden görünmeyen bu güç kime ait? Şu an bütün dünyayı etkisi altına alan seküler, kapitalist ve de emperyalist ülkelerin planları, projeleri diyebiliriz bu sorunun cevabı olarak. Bu yapının cazibesi neden bu kadar güçlü? Neden bütün dünyayı etkileyebiliyor? Bunun pek çok cevabı, pek çok nedeni olabilir. Ancak dünyanın son üç asrında yapılan değerleri yok eden bir süreci yaşadık, yaşıyoruz. Hangi dini inanç, hangi kültürel yapı, hangi düşünce olursa olsun hepsi, bireye özgürlük yalanıyla etkileri azaltıldı ya da tamamen yok edildiler. Buradan doğan puslu hava sayesinde adını andığımız hayat anlayışı herkesi kendi boyasına boyayarak büyük bir zafer kazandı! Ve büyük yalnızlıklarımız böylece doğdu.
Geçenlerde bir yerde okumuştum, İngiltere ve Japonya yalnızlık bakanlığı kurmuşlar. Toplumda bu kadar çok yalnız bireyler olunca elbette devlette de bir karşılığı olacaktır. Batının âdeti budur zaten önce bir sorun çıkarır sonra da onun bakanlığını ya da kurumunu oluşturur. Buna şöylede diyebiliriz: önce hastalığı yayar yeryüzüne sonra da laboratuvarlar kurar aşılar geliştirir, hastahaneler inşa eder. Ki kapitalizme yeni pazarlar açılsın.
Bizler ne yapmalıyız? Bu cendereden bu muhasaradan nasıl çıkmalıyız? Onlar yaptı demek kolay. Onları suçlamak içimizi rahatlatır belki ama çözüme faydası olmaz. Önce bu teşhisi doğruca yerine oturtmalıyız ve ne yapacağımıza karar vermeli, irade koymalıyız. Bu irade öze dönüşle başlar. Yıpratılan, üstü örtülen ve yok sayılan değerlerimize sahip çıkarak yeni bir medeniyet kurma vaktimiz gelmiştir. Bizim müktesebatımız geniştir. Dünyanın muhtaç olduğu inkılabı gerçekleştirebiliriz. Büyük dinin mensuplarıyız, Selçuklu’nun, Osmanlı’nın ahfadıyız. Kütüphanelerimiz, arşivlerimiz ve büyük tarihi bağrında yaşatan topraklarımız var. Bir medeniyet geliştirmek ve bunu dünyaya sunmak ancak sağlam bir irade ve sabırla gayretle çalışmaya bağlıdır. Bu iradeyi bu sabrı ve gayreti göstermek orundayız. Yoksa zamanı parsellemeye, insanı bölmeye ve yalnızlaştırmaya devam edecekler. Dünyanın en verimli topraklarında yaşayan halklar açlık çekmeye, birilerinin canı öyle istiyor diye ülkelere işgaller yapmaya, çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın kız, hasta engelli demeden sivilleri bombalamaya devam edecekler.
Dünyayı bu hale getirenler bu durumu çözemezler, çözmek de istemezler zaten. Öyleyse zulmü bitirmek yine tarihte olduğu gibi bize düşüyor. Ama önce bir araya gelmeliyiz, parçalandığımız yerlerden toplanmaya başlamalıyız. Zamanı kendi ırmaklarımızla doldurmalı, günleri bayramları biz tayin etmeliyiz. Çok yıpratılan evlerimize dönmeli, yıkığı döküğü tamir etmeliyiz. Helal kazanılan nafakamızı çocuklarımıza sunmalı, anneliği, babalığı yeniden layık olduğu tahta oturtmalıyız.
Bir yastıkta kocayan ninelerimiz dedelerimizden birlik beraberlik mayası aşılayan hikâyeler, masallar dinlemeliyiz yenden. Bizi bize anlatan türkülerimize kulak vermeli, şiirimize kapı açmalı, atasözlerimize hak ettiğince değer katmalıyız. Ramazan ayında pervasızca sigara içen, sakız çiğneyen insanlarımız olmamalı. Bahar mevsiminde altından geçtiği ağaçtan bigâne gençlerimiz olmamalı. İnancı başka da olsa her türlü inanca saygılı bireylerimiz yetişmeli okullarımızda. Ağacı yaprağından tanıyan gençlerimiz olmalı sınıflarda. Gönüller birleşmeli, komşuluklar kurulmalı, gücünü ve istikametini İslam’dan alan cemaatlerimiz toplanmalı. Ve yepyeni bir medeniyetin temsilini yapan bir millet bir devlet olmalıyız yeniden.
Sevgiyle kalın.