Her yıl, 24 Nisan'da temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze konulan bir konu var. "Ermeni soykırımı" yalanı.
Bu yalan, özellikle diaspora Ermenilerinin, kimliklerini, kişiliklerini, unutmaması adına bilinçli olarak ortaya atılmış ve neredeyse pek çok devletin parlamentosuna, "soykırımı anma günü" olarak kabul ettirdikleri ve Ermeniler'in yetişmekte olan nesilleri için adeta sanal bir bellek ve sûni bir tarih oluşturdukları gün olarak da kabul edebiliriz.
Kitleleri yönlendirme adına, Ermeni milliyetçiliğine bağlama adına tarihi argümanları kullanmak önemlidir. Ancak bu tarihî verilerin gerçek ve doğru veriler olması gerekmektedir. "Yalancının mumu yatsıya kadar yanar!" atasözünün gereği, aslında bu yalanın şimdiye kadar çoktan sönmesi, bu yalan balonun çoktan patlaması gerekiyordu. Ancak Ermeni diasporası ve diaspora Ermenilerinin kimliklerini unutturmama adına çalışanlar; yatsının bir türlü gelmemesini istiyorlar. Adeta saatleri durdurmuş, zamanı öncesi ve sonrasıyla devre dışı bırakmış durumdalar.
1. Dünya Savaşı'nın başlaması ile Osmanlı tebaası olarak yaşayan ve tarihi dönemler içerisinde "milleti sâdıka" olarak adlandırılan Ermeniler, I. Dünya savaşı öncesinde artan milliyetçilik akımlarının etkisiyle ve özellikle batı kaynaklı bir takım ajanların vermiş olduğu gazla, bağımsız bir Ermeni devleti kurma adına örgütlenmeye, komitecilik faaliyetlerine girmeye başladılar. Tabi ki yine, Osmanlı tebaası olan Yahudilerin kendi megola iddialarına giden yolda, ellerini ateşe sokmama adına Ermenileri maşa olarak kullandıklarını da ifade edebiliriz. Gerek Yahudilerin, gerek İngiliz, Fransız gibi Osmanlı'nın yıkılmasını isteyen ve özellikle petrol coğrafyalarında gözü olan devletlerin kışkırtması ile "milleti sâdıka" olarak isimlendirilen Ermeniler, bulunmuş oldukları coğrafyalarda Müslüman Türk köylülerini katletmeye başladılar. Van, Erzurum gibi illerde ki yaşanılan hadiseler bunun açıkça göstergesiydi. Ermenilerin yapmış olduğu bu katliamlar üzerine, elbette ki hakim devlet olan Osmanlı Devleti bir tedbir almak durumunda idi. Çünkü bir taraftan sınır boylarında dış düşmanlarla mücadele ederken içeriden ve arkadan vurulmak elbetteki korkunç bir durumdu. Bundan dolayı Ermeniler, bulunmuş oldukları illerden toplanarak özellikle Taşnaksutyun, Hınçakyan, Ramgavar gibi çeteleri, bunlara yardım ve yataklık yapanları, tehcire tabi tuttu. Bizzat çetecilerin bir kısmı, Çankırı ve Ayaş'ta hapsedildi. Osmanlı hükümeti, Ermenilerin taşkınlıklarını ve örgütlenmelerini önlemek amacıyla; 24 Nisan 1915 tarihinde çıkardığı bir genelge ile Ermeni komite merkezlerini kapatmış ve elebaşları tutuklanmıştır. 24 Nisan'daki tutuklamalar esnasında herhangi bir çatışma ve ölüm olayı da söz konusu olmamıştır. Ermeni örgütlerinin merkezi İstanbul'da olması sebebiyle büyük oranda tutuklamalar bu şehirde yapılmış, İstanbul dışında Aydın, Samsun, Kayseri, Sivas, Elazığ, Urfa, Diyarbakır ve Gaziantep gibi şehirlerde ki komite mensubu kimselerde tutuklanmıştır. Akabinde, 27 Mayıs 1915 tarihinde Ermeniler için tehcir kanunu çıkarılmış ve meshurun ileyh illerdeki Ermeniler bugünkü Suriye, Lübnan topraklarına göçe tabi tutulmuştur. Göç esnasında Ermenilerin bütün kayıtları, sayıları, hastalıktan ölenleri, farklı sebeplerle yol güzergahındaki iller de kalanları kaydedilmiştir. Ermeniler'in neden tehcir kanunun çıkarıldığı tarih olan, 27 Mayıs 1915'te değil de 24 Nisan 1915'te soykırım günü ilan etmesine gelince bunun en temel sebebi az önce yukarıda ifade etmiş olduğumuz Ermeni örgütlenmesini sağlayan, yurtdışı bağlantıları ve işbirliğini yürüten, örgüt liderlerinin bu tarihte tutuklanarak etkisiz hale getirilmiş olmasıdır. Amaca giden yolda Ermenileri örgütleyen lider kadro, tutuklanıp hapsedilmek suretiyle saf dışı bırakılmış, bunu hazmedemeyen, kabullenemeyen Ermenilerde 24 Nisanı sözde soykırım günü olarak kabul edip, bu yalanlarını dünya kamuoyuna yutturma telaşına girmişlerdir.
Son 17-18 yıldır Türkiye arşivleri açmasına rağmen, "gelin arşiv belgelerimizi ortaya koyalım" diye ilan etmesine rağmen bugüne kadar ne Ermeni ne de başka bir milletten herhangi bir araştırmacının, müracaat etmemiş olması şunu gösteriyor ki; bu tarihî yalan, bir anlamda sopa gibi kullanılarak Türkiye cezalandırılmak isteniliyor. Yine arşiv belgeleri, tarihi kayıtlar ve yakın zamana kadar aramızda yaşayan canlı şahitler gösteriyorki; asıl katliamı Ermeni çeteciler Anadolu'nun farklı köylerinde ve şehirlerinde gerçekleştirmişlerdir. Kazım Karabekir Paşa'nın hatıraları ve yakın tarihe ait pek çok bilgi, belge ve hatıratlar, nasıl büyük bir yalan rüzgarı ile karşı karşıya olduğunuzu göstermektedirler. Peki bu yalanı Ermeniler neden ısrarla söylemeye ya da söylettirmeye devam ediyorlar? Ermenistan'da 24 Nisan 1915 olayları ile ilgili yapılan faaliyetler diaspora Ermenileri arasındaki faaliyetlere göre çok daha sönük kalıyor. Zira asıl gaye toprak talebinin de ötesinde, Ermeni milliyetçiliğini ve diasporada ki Ermeni kimliğini yaşatmak ve bağları güçlendirmek. İçimizdeki birtakım şuursuzların ya da tarihi kökenleri itibarıyla aidiyetleri olan bir kısım kriptoların, Ermenilerin söylemlerini dillendirmesi ve Türkiye aleyhtarı ifadelerde bulunması cahillikten kaynaklanmıyorsa art niyet ve Türkiye düşmanlığından başka bir şey değildir. Bugün yetişmekte olan nesillerimize, Türkiye'nin son yüzyılı ile alakalı özellikle ve özellikle Osmanlı'nın tarih sahnesinden çekilip yerine inşa edilen yeni cumhuriyet ile alakalı maalesef bir illüzyonlar tarihi anlatmaktayız. "Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir!" sözünün, bugün ne kadar ehemmiyet arz ettiğini bir kez daha anlıyoruz. Kût'ül Amare zaferi, Çanakkale'de gerçek anlamda olup bitenler, Suriye-Kudüs cephesinde yaşadıklarımız, Doğu Anadolu'da yaşanan hadiseler neden gizlenmek zorunda hissedilerek, gizlenerek son yüzyılın tarihi yazılmıştır? Kût'ül Amare niçin 90 yıl tarihte yok sayılmıştır? Ermenilerin Doğu'da ve Güneydoğu'da yapmış olduğu katliamlarla ilgili bugüne kadar neden etrafını cami, ağyarını mani derli toplu bir eser bırakılmamıştır? Meydana getirilmemiştir? Yıldırım orduları ile ilgili neden hep geçiştirme bilgilerle tarih anlatılmaktadır? Filistin, Suriye, Irak cephesinde neler olmuştur? Elbette ki bu konularda konuşmak ve yazmak, bir anlamda açık, yalıtımsız elektrik kablosu ile oynamak kadar tehlikeli ve güçtür. Zira yeni cumhuriyetin tarih yazıcıları gerçeklerin bilinmesini ve ortaya çıkmasını istemektedirler. Çünkü yapılan şey, algısal bir tarih dayatmacılığı ile yetişmekte olan nesillerin araştırmasını, soruşturmasını, düşünmesini devre dışı bırakmayı hedeflemektedir. Tarihimizde Nisan'nın 23 u ile 30'unu arasına alan hafta, gün gün araştırılıp bu tarihlerin gerçek mahiyeti ortaya konulmalıdır. 23 Nisan 1920'de tarihinde bize Ankara'da yeni kurucu bir meclisin açıldığını anlattılar. Ancak meclis kayıtlarına baktığımız zaman, Ankara'daki ilk meclisin gündeme aldığı ve kabul ettiği kanun "ağnam vergisi" diye bilinen yani koyunlardan, keçilerden, evcil hayvanlardan alınması gereken bir vergi kanunudur. Bu, şu anlama geliyor ki Ankara'da açılan meclis yeni kurucu bir meclis olmanın ötesinde; İstanbul'daki Meclis-i Mebusan'ın, İstanbul'da çalışamaması üzerine Ankara'ya taşınması ve İstanbul'da yarım kalan kanun yapma işleminin devam ettirilmesi manasına geliyor. İşte bu örneklerde olduğu gibi şayet biz kendi kamuoyumuzu bile bizzat doğrudan doğruya ilgilendiren 23 Nisan Ankara'da meclisin açılması, 27 Nisan Abdülhamit Han Hazretleri'nin tahttan indirilmesi, 29 Nisan Kût'ul Amare Zaferi gibi dönüm noktalarının gerçekliğini anlatmadığımız müddetçe; Ermenilerin 24 nisan'ın yalanlarını gerçek olarak anlatmasına ilmi manada ve politik manada mani olamayacağız demektir. Onun için yakın tarihimiz ile alakalı sağlam, sil baştan, doğru bir tarih yazıcılığına ihtiyaç vardır. 24 Nisan soykırım yalanı balonunu patlatmak istiyorsak; öncelikle kendi tarihimizi sağlam yazmalıyız ki yalanlardan kendimizi arındırmalıyız ki başkalarının yalan tezlerini çürüttüğümüz zaman yalancı durumuna düşmeyelim. Tarihten ibret almak için, tarihi doğru yazmak, doğru okumakla mükellefiz. Yoksa bu temcit pilavını ısıtıp ısıtıp önümüze koymaya her yıl devam edecekler. Tarih, belgelerin kayıtların konuştuğu alan olmaktan çıkarılır, yalanların konuşulduğu alan haline getirilirse o zaman, "Geleceğimizi büyük bir yalan üzerine inşa ettiğimiz gerçeği" ile karşı karşıya kalırız. Yalan üzerine inşa edilen gençlik, gelecekte elimizde patlamaya mahkumdur. Bugün gençliğimizi saran en büyük hastalık tarihi yalanlara inanma ve tapınma hastalığıdır. Çözümü çok basit! Kanunla tarih ve tarihi şahsiyetler korunmaz, korunmamalı... Tarih, arşivi kayıtlarıyla, belgelerle, şahitlerin ifadeleri ile yeniden yazılmalı ki geleceğimizi saran yalan rüzgarından kurtulmuş olalım. Yoksa gelecek, hayal ettiğimiz gibi gelmeyecek...