Kur’ân-ı Kerim’de, yahudileşme alâmet ve özellikleri olarak seksene yakın vasıf sayılır. Bu özelliklerin yarısından daha fazlasının, günümüzde nice “Müslümanım” diyenlerce aynen uygulandığına şâhit oluyoruz.
Vahşi saldırılara tepki olarak duyarlı Müslümanların, vicdanlarının fıtratı bozulmamış olan farklı grup ve cemaatlerden binlerce insanın vahdet gösterisi şeklindeki miting, toplantı ve eylemleri bizi aşırı iyimserliğe yönelterek aldatmasın. Bu tepkileri küçümsemiyoruz fakat halk, Kur’an’a topyekûn dönmediği ve bireysel yaşayıştan, sosyal ve siyasal değerlendirmelere kadar İslâm’a teslim olmadıkça zillet devam edecektir.
Bugün halkı Müslüman ülkeler, İsrâiloğullarının olumsuzluklarla dolu tarihinin ve geleneklerinin âdeta mirasçısı durumundadır. Kur'an’ın yahudilere yönelttiği “Yoksa siz Kitab'ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?” (2/Bakara:85) sorusunun muhatabı olan sayılamayacak kadar insanımız vardır.
İsrailoğulları, başlangıçta Hz. Musa’nın getirdiği şeriata inanan Müslümanlardı. Daha sonra dejenere olarak yahudileştiler. Yahudileşmek, sadece Benî İsrail için ve tarihte kalmış bir problem değil; tüm insanlık için ve bütün zamanlarda bir büyük problem ve risktir. “Yahudileşmek, Hz. Muhammed ümmetinin kıyametidir.”
Demek ki yahudilik, hem “İsrâiloğulları kavmine mensup olma” anlamına etnik kimliği ifade eder; hem de İsrâiloğullarının dini olan ve aslı İslâm olduğu halde, onun tahrif edilmiş şekli “yahudiliğe mensup olma” anlamına dinî kimliği ifade eder.
Yahudileşme ise, etnik ve dinî köken itibariyle yahudiliğe mensup olmadığı halde, onlara benzeme, onların tavır ve davranışlarını gösterme, onlar gibi olma manasına gelir. Yahudileşme eğilimi, bireysel olarak tek tek her insanda bulunabilir. Bu eğilim, vücut direncini kaybedince ortaya çıkan bulaşıcı bir virüs gibi, ortamını bulduğunda bir tavır ve davranış biçimine dönüşür ve bulaşıcılığı sayesinde toplumsal bir felâket halini alır.
İsrâiloğulları konusu, eğer bu ümmeti doğrudan ilgilendirmeseydi yedi yüzden fazla ayete yer verilmesinin bir anlamı olmazdı. Kur'an'da, hiçbir kavim ve din mensubundan, İsrâiloğullarından söz edildiği kadar genişçe söz edilmez.
Her gün sünnet, vacip ve farz namazlarımızın her rekâtında okuduğumuz Fatiha suresinde "Ğayril mağdûbi aleyhim/azaba uğrayanların ve sapıtanların yoluna iletme!" (Fatiha:7) duasını kırk kere tekrarlarız. Bu tekrarın anlamı "Allah'ım, bizi yahudileştirme! Allah'ım, bizi hristiyanlaştırma!" bilincini oluşturmaktır. Çünkü Rasûlullah (sav), “azaba uğrayanların yahudiler, sapıtanların da hrıstiyanlar” olduğunu ifade eder. (Bak:Sâbûnî, Ravâi’ul Beyan Fî Tefsiri Âyati’l Ahkâm, I/30) Aynı zamanda bu duanın namazın her rekâtında tekrarı, yahudileşme tehlikesinin büyüklüğüne de işarettir. Bunun anlamı, bu bilincin sürekli diri tutulmasıdır. Yahudileşmeye karşı, kendisine iman edenleri sürekli uyanık tutan Kur'an, tarihin tekerrür etmemesi için İsrâiloğullarının yahudileşme serüvenini bir ibret vesikası olarak gündemde tutmaktadır.
İsrail sadece Filistin’i işgal etmiş değil, işgalin kapsamı çok daha geniş, zulmün boyutları çok daha derindir. Haber ajansları ve medyadaki ağırlıkları, sanat ve özellikle sinemadaki etkinlikleri, Mason locaları, Rotary ve Lions kulüpleri, uluslararası nice teşkilatları, kendi ideallerine hizmet eden tâğutî rejimler ve her ülkedeki işbirlikçileriyle İsrail her şeyiyle Müslümanların içindedir. Toprakları işgal eden İsrail’den daha tehlikelisi, zihinleri ve gönülleri işgal eden İsrail’dir. Ve ümmet topyekûn bu faciayı yaşıyor. Ümmetin çoğunun evleri ve işyerleri, çocukları ve gençleri, okulları ve sokakları işgal edildiği halde farkında bile değiller. Filistinliler bunun farkında ve düşmanlarına atacak bir taşları varsa onu atmaya çalışıyor.
Filistin’deki Müslüman kıyımına bakıp “sıra bize de gelecek” diyenler de, bilsinler ki; onlar bizim kardeşimizdir ve sıra bize çoktan gelmiştir. TÜM MÜSLÜMANLAR BİR ÜMMETTİR ÜMMET… Onları ümmetin parçası olduğu halde, kendimizden, bizden saymıyorsak, Müslümanlığımızı sorgulamak ve safımızı kontrol etmek durumundayız. Çünkü “Doğudaki bir Müslümanın ayağına batan dikenin acısını batıdaki bir Müslüman duymuyorsa hakikî Mümin değildir.” Bu söz, “Mümin kardeşinin derdiyle dertlenmeyen bizden değildir.” (Buhari, İman 42) hadisinin ruhuna uygun olarak söylenmiştir.
Esas acınacak insanlar, dostunu düşmanını tanımayan ve düşmanını dost zannedenlerdir. Cihadıyla, ibadetiyle Allah'ın dinini yaşamayan, Müslüman kardeşine yardım edemeyen kimsenin, Müslümanca ölmesi de çok zordur.
Dışımızdaki yahudiden daha tehlikeli olan, içimizdeki yahudidir. Dünyamızı perişan, ahiretimizi zindan edecek olan, kalp ve kafamızdaki, el ve dilimizdeki küfrî değerlerdir. "Ey iman edenler! Siz (önce) kendinize bakın. Siz hidayet üzere/doğru yolda olunca, dalâlette olan kimseler size zarar veremez." (4/Nisâ, 105). Beyinlerini ve gönüllerini, yaşadıkları çevredeki topraklarını her çeşit işgalden arındıramayanlar, İsrail’e kaptırdıkları mukaddes topraklarını hiç kurtaramazlar. Baksanıza beyinleri ve gönülleri işgal altında olan Suud, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri, İslam İşbirliği Teşkilatında İsrail’i kınama ve ateşkes kararı alınmasıyla ilgili bir karar çıkmasına engel oldular. Çünkü gönüllerimizdeki yahudiliğe savaş ilân edip içimizdeki işgali kaldırmadan, dıştakine tavır almak mümkün değildir.
İsrail vahşeti, cihad görevinden kaçan, beşerî ideolojiler peşinde koşan, gündelik işlerden davaya vakit ayıramayan, kâfirleri dost ve veli kabul eden dünyevileşmiş Müslümanlar kendilerine gelsin diye uyarıcı iğnedir. “Zalim, Allah’ın kılıcıdır. Önce onunla intikam alır; sonra da döner ondan intikam alır.” Yani zalim de zulmünde payidar olmaz; ancak Allah, önce bu zalimleri Müslümanların üzerine musallat eder.
Hamas’ın ve intifadanın unutulmaz liderlerinden şehit Şeyh Ahmed Yasin şöyle diyordu: “Allah’ım! Filistin konusunda sessiz kalan ümmeti Sana şikâyet ediyorum.” Filistinli kız çocuğunun sesi hâlâ kulaklarımızda çınlıyor: Ârun aleykum: Utanın!” Peki, utanılacak bu durumdan kurtulmak, orayı kurtarma gayretiyle, kendimizi kurtarmak için ne yapılması gerekiyorsa oradan işe başlamak lazımdır.
İsrail denen terörist devleti tümüyle ortadan kaldırmadan Filistin meselesi sona ermez. İsrail’i ortadan kaldırmak için de o küçük ülkenin sömürgesi konumundaki Amerika ile ve hatta İngiltere gibi bazı Avrupa ülkeleri ile savaşmayı göze almak gerekir. Bu da Üçüncü Dünya Savaşı ve hatta belki de Kıyamet Savaşı demektir. Bu yüzden, ümmetin her şeyden önce yeniden imanını, sosyal, askeri, ekonomik ve siyasal yapısını gözden geçirmesi gerekmekte, köklü değişikliklere aday olması icap etmektedir.
Sonra canlı Kur’an adayları yetiştirmek, iman-amel bütünlüğüne, takva ve ahlâkî erdemlerle örnekliğe önem vermektir. İşte bu özelliklere sahip olan ümmetin içinde, tüm ümmeti ve İslâm’ı temsil edebilecek öncü insanların, nasıl cihad edilmesini bilen ilim sahibi, muttaki ve ahlâklı mücahitlerin cihadı, kapıları açacak ve Allah’ın yardımına muhatap olunacaktır. Allah, ancak bu aşamalardan geçmiş, kendi dinine yardım edenlere yardım edecektir. (Bak: Muhammed suresi:7). Ve Allah’ın yardımına lâyık olmadan böylesi büyük işleri başarmak ve hatta girişmek mümkün değildir.
Bir gün Hz. Ömer, bir grup arkadaşıyla otururken onlara bir soru sorar: “Allah’tan bir oda dolusu bir şey isteseniz ne isterdiniz?” Biri; “Bir oda dolusu altın isterdim ve onunla Allah yolunda cihad etmek için atlar alırdım.” Diğeri, “Ben de bir oda dolusu altın ve gümüş isterim ve onları fakir fukaraya dağıtırdım” deyince biri de, Ya Ömer bu sorudan maksadın ne? Sen ne isterdin deyince Hz. Ömer; “Ben de bir oda dolusu, Ali isterdim, Halit b. Velid isterdim, Musab b. Umeyr isterdim, Saad b. Ebi Vakkas isterdim, Ubeyde b. Cerrah isterdim” diye cevap vermiş.
İşte bunlar, İslam’ın kitleye, beldelere, ülkelere yayılması için cepheden cepheye koşmuş öncü, yetişmiş elemanlardır, insan gücüdür. Müslümanların, kurumlarını harekete geçirecek olan bu şuurda yetişmiş elemana ihtiyacı vardır. Gerisi lâfı güzaf.