YABANCI

Doç. Dr. Ömer Akdağ

Grace Ellison’un “Ankara’da Bir İngiliz Kadını” adlı hatıratından öğreniyoruz ki, Roget’s’in kaleme aldığı Thesaurs’unda (dil kılavuzu)  “harem’e” eş anlamlı olarak “kötü ünlü ev” tanımını yapmış.

Tanıma dikkat ediyor musunuz; “kötü ünlü ev”.

Tanzimat’tan sonra genetiği bozulanların “rehber” edindikleri batının “bizimkilere” öğrettiği “hakikat” budur işte…

Haremi “kötü ünlü ev” olarak  tanıtmaktan başka ne bekleyebilirsiniz bunlardan?

Batılı haremi anlayabilir mi? 

Batılının haremi olur mu?

Türk-İslam kültüründe “harem” kişiye özgü demektir. Her ailenin bir haremi vardır. Bu, bir anlamda aile arasında “sır” demektir. Başkası tarafından bilinmesi uygun olmaz. Hareme saygı duyulur.  “Tecessüs” edilmez. Yani insanların  özeline karışılmaz.

Jön Türklerin başlattığı ve İttihatçıların köpürttükleri ve İttihatçı artıklarının baykuş gibi üstüne çökerek devam ettirdikleri menfur çizgiyle Türk milleti köklerinden koparılmak istenmiştir.  Tarihimizle, irfanımızla ve kültürümüzle aramızda kopukluklar oluşmuştur.  Bu  kopukluğun vermiş olduğu şaşkınlıkla bazıları batıdan beslenmeye başlamışlardır.

İşte bu beslenme sonucunda harem “kötü ünlü ev” olarak anlaşılmıştır.

Daha böyle nice kavramlarımız vardır tahrip ve tahriş edilmiştir.

1850’li yıllarda, kavramlarımız üzerinde başlayan katliam ve cinayetler 1930’lu yıllarda tavan yapmıştır. Türk milletinin hafızası sıfırlanmak istenmiştir. Kültürü ve irfanı formatlanmak istenilen milletimiz Türkistan’dan gelen ve bir ucu sevgili peygamberimize ulaşan muhteşem çizgiler sayesinde irfanını muhafaza etmiştir.

Milletimizi diri tutan iki önemli çizgi vardır; bunlardan birisi yukarıda da ifade edildiği gibi sevgili peygamberimizden gelen çizgidir. Bu çizgi ezelden ebede kadar devam edecektir.

Milletimizi diri tutan ikinci çizgi Tanrı dağlarından gelir ki, bu, peygamber sevgisinin zeminini oluşturur. Milletimizin karizmasıdır ve 1930’lu ve 40’lı yıllarda yok edilmeye çalışılsa da kısmen tahrip edilmiş ama asla yok edilememiş ve edilemeyecektir.

20. yüzyılın başlarına kadar İslam’ın şerefli bir temsilcisi olan milletimiz aynı şerefli göreve adaydır.  Geçmişte olduğu gibi bugünde de sadece barış ve huzurun müdafii olan milletimiz, bölgesinde ve dünyada birlikte yaşamanın en güzel formülünü tatbik etmekte kararlıdır.

Yeter ki, titreyip kendimize gelelim ve gelebilelim.

Not: Grace Ellison’un kaleme aldığı Ankara’da Bir İngiliz Kadını adlı hatıratı okumanızı tavsiye ederim.  1920’li ve 1930’lu yılların Türkiye'sini  bir yabancı gözüyle daha objektif görme imkanınız olur. Bizim Kemalistlerin bakış açısı  malum. Bilindik palavralar…. Bir de kafaları karışık olanlar var. Bu kafası karışık olanlar hem nalına hem mıhına vuruyor. Siz en iyisi bunların dışında yabancı birisinin gözüyle meseleyi anlamaya çalışın. Olabildiğince objektif oluyor.