‘VUR, İNDİR’

Prof. Dr. Önder Kutlu

Kobani olaylarından çıkarılan dersler ve Çözüm Süreci’nin ortaya koyduğu tecrübe neticesinde gündeme gelen ve Cumhurbaşkanı tarafından geçtiğimiz Nisan ayında onaylanan İç Güvenlik yasası terörle mücadelenin başarısı bakımından oldukça önemli kolaylıklar getirdi.

Yasada molotofun silah olarak değerlendirilmesi, suç işleme ve kamu mallarına zarar verme kastıyla yüzünü kapatarak sağa sola saldıranlara verilecek cezalar ve sair düzenlemeler çok doğru adımlardı. Tüm demokratik ülkelerde benzer düzenlemeler mevcut. Hiçbir devlet kendine ve güvencesi altındaki vatandaşlarına karşı bu türden bir kalkışmaya asla müsamaha göstermez.

Lakin o gün bu gündür yasanın gerekleri yerine getirilmedi, getirilmiyor. Güvenlik kuvvetleri çekingen, yargı mensupları yasa hükümlerini uygulamada mütereddit. Bunda biraz da Gezi olayları zamanında bir şekilde hayatını kaybedenlerle ilgili belli medya kuruluşlarınca başlatılan kampanya ve havanın etkisi olmadı değil.

Devletin valileri, emniyet müdürleri, polis memurları resmen hedef tahtasına oturtuldu. Siyasiler aleyhine linç kampanyaları düzenlendi. Masum insanın ne işi var o ‘gösterilerde’, ‘mitinglerde’, ‘kavgalarda’, ‘dövüşlerde’. Maksat ‘üzüm’ değil(di) tabii ki.

Bugün çok farklı bir yerde duruyoruz. Terör saldırıları canımızı acıtmaya devam ediyor. Artık apaçık bir meydan okuma, temel hak ve özgürlüklerimize karşı çok net bir duruş var. Bundan sonra yapacağımız her şey, atacağımız her adım meşru müdafaa kapsamında.

Önümüzde tek yok kaldı artık: ‘Vur, indir’. Olaylara bir şekilde karışan herkes, her kurum, her örgüt kendine çeki-düzen vermek durumunda. Herkes yaptığının, ya da yapması gerekirken yapmadığının hesabını vermek zorunda.

Arama, tarama faaliyetleri, sokağa çıkma yasağı, belli bölgelere girmeme şeklinde sınırlamalar tamamen anlayışla karşılanabilecek olan uygulamalardır. Kendi sınırları içinde ve yürürlükteki yasalar çerçevesince haklar ve özgürlükler sınırlandırılabilir. Belli süreyle, belli özgürlüklerle ilgili bir takım muayyen yapılabilir.

Devlet otoritesinin pekiştirilmesi adına her türlü meşru adımı atmak gerekmektedir.

Devletin iki eli, iki yüzü bulunur: Şefkat ve cezalandırma.

Belli bir seviyeye kadar devlet şefkat eliyle, yüzüyle yaklaşır. Lakin o eşik aşıldıktan, demokratik haklar ve hürriyetleri tehdit edilir hale geldikten sonra artık tahammül, yerini harekete, şefkat yerini şiddete bırakır.

Dünya âlem biliyor ki, Türkiye’de hiçbir terör örgütü bir karış toprağı kendine bent edemez. Sahiplenemez. El koyamaz. Kendilerine izin verilmez.

Yapmaya çalışanlara gerekli cezalar verilir. Hem de en şiddetli biçimde. Geçmişte fitne, fesat olmasın diye kundaktaki kardeşini bile öldürmekten geri durmayan bir mirasın sahipleri olarak bunu bilir, bunu söyleriz.

Mücadelede zafiyet gösterenlere de mutlaka hesabı sorulur. Yeri geldiğinde, gerektiğinde ‘vurup, indirmemenin’ de bir sonucu olur.

Türkiye bugün kendi silahıyla ve kendi mekanizması ile kendi önünü açmaya çalışıyor. Geçmiş dönemlerde önümüze konulan borçlarımız, yabancı silahlar, insansız İHA’lar yok artık. Dolayısıyla ‘sırtımızda yumurta küfesi’ bulunmadığı için daha rahat hareket etme kabiliyetimiz var.

Almanya bundan rahatsız. Diğer sözde müttefiklerimiz de. Yüzyıl önce başımıza doladıkları belalara benzer problemleri bugün musallat etme derdindeler. Hamdolsun o günkü durumda değiliz bugün. O dönemde trend ‘düşme’ yönündeydi, bugünse ‘çıkma’ yönünde.

Sadece kendi kaynaklarımıza güvenmeli, gerekmesi halinde teröristleri savunan ‘vekil – mekil’, ‘bakan – makan’ tanımamalıdır. Hak edene hak ettiği karşılık verilmelidir.

Devlet kararlı. Devlet kendine güveniyor. Devlet gerekli mekanizmalara sahip.

Bize bir taraftan dua etmek, diğer taraftan da aksi yönde konuşanlara ve tavır içinde olanlara karşı durmak düşer.

Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz.” (Âl-i İmrân / 139).