Türk siyasetinde uzun süre gündem oluşturan bir konu vardı, bu konu jakoben Kemalist zihniyetin iktidara gelme yolunda uğradığı her başarısızlığı ‘’bidon kafalı’’, ‘’göbeğini kaşıyan adam’’, ‘’makarnacı, kömürcü’’ diye aşağıladığı halkın ‘cahil’liğine bağlamasıydı…
Bu zihniyet kendilerini ‘çağdaş’ Türkiye’nin tek garantörü olarak görüyordu, eğer kendileri iktidarda olmazlarsa yüzünü batıya dönmüş olan Türkiye’nin ‘’eksen kayması’’ yaşayacağını ve tüm kazanımlarının heba olacağını savunuyorlardı… Onlara göre ‘’muasır medeniyet seviyesi’’ için batının tüm değerlerini harfiyen yerine getirmek, gelişmiş ülke olmamıza yetiyordu, öyle milli savunma sanayi, ağır sanayi ya da ileri teknolojik üretimlere filan gerek yoktu, batılı gibi olmak, batılı gibi düşünmek, tıpkı onlar gibi gelişmiş olmayı zaten beraberinde getiriyordu… Fakat bu düşüncelerini halka bir türlü anlatamadılar, eğer ‘’halkımızda devletimiz gibi laik olmayı becerebilseydi, yani dini inançlarını yaşantısına karıştırmadan yaşama başarısını’’ gösterebilseydi bir anda batılı olacak ve tüm ülke olarak elit olma lüksünü yaşayacaktık(!)
Neredeyse bütün İslam ülkeleri fakirlikle, iç savaşla, geri kalmışlıkla boğuşurken gelişmiş ülkelerin batıda olması asla bir tesadüf değildi, gelişmiş ülke olmanın formülü bulunmuştu, her şeyiyle Batılı olacaktık ve bu makûs talihten kurtulacaktık… Fakat gel gör ki bu ‘’müthiş proje’’ halkta kabul görmüyordu, böylesine bariz bir refaha kavuşma formülüne itibar edilmemesinin tek sebebi olabilirdi ki bu kesinlikle halkın bunu anlayacak kapasitede eğitim düzeyinde olmamasıydı… Kurtuluş savaşında kahramanca mücadele edip, düşmanı püskürten halk artık ‘cahil’di… Mahut mesele halkın menfaatine olduğu için halkta kabul görmesini beklenmeyecek kadar mühim ve tatbik edilmesinde bir beis olmayacak kadar ulvi bir davaydı…
Böylesine mucizevî bir formüle rağmen yarım asırdan fazladır muhalefette olmaları nihayet bir şeylerin eksik olduğunu düşündürmeye yöneltti ve bazı yapılandırmalara gidildi… Öncelikle muhafazakâr gözüken adaylar, müftüler transfer edildi, Mevlitler okundu hatta ‘’dini’’ yapılanmalar ile dirsek temasına geçildi… Tüm bu yapılan revizyonlarla birlikte artık halkın dilini anlamışlardı, o mucize formül, halkın yaşayış tarzına uygun figürlerle gerçekleştirilecekti…
Böylesi bir ‘’özgürlükçü’’ siyaset tarzı halk tarafından henüz absorbe edilmemişken, sureti haktan gözüken bir yapının seçilmiş iktidara karşı operasyon girişimlerinin yapıldığı bir dönemi yaşadık… Hukuk dışı yöntemlerle güya hukuk adına operasyon yapılmasında beis görmeyenler, masumiyet karinesini hiçe sayıp yaklaşan 30 Mart yerel ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi algı manipülasyonlarında kullanarak siyaset mühendisliği yapmak istediler… oluşturulmak istenen bu suni atmosferle seçimlerde istediklerin sonucu alamayan mahut yapı, tıpkı jakoben Kemalist zihniyetin yaptığı gibi seçimlerde ortaya çıkan hiç beklemedikleri durumu, halkın bilgisizliğiyle açıklamaları hiç gecikmedi…
Kusursuzca hazırlanmış olan planlara rağmen, hiçbir masraftan kaçınılmadan yapılan yıpratma operasyonlarına rağmen, seçimlerden hemen önce çok emin şekilde tekrarlanan yanıltıcı kamuoyu anketlerine rağmen seçimlerde halkın bunlara itibar etmeden, hatta daha da artan bir destekle iktidara sahip çıkması, halkın milli iradenin safında yer almasından değil bilakis ‘eğitimsiz’ olmasından kaynaklanıyordu, çünkü bunları yapan ‘’hatadan münezzeh’’ bir yapıydı…
İşte bizim sorunumuz buydu, kendi ideolojisini, düşüncesini mutlak doğru olarak kabul edip halktan büyük bir kabul beklerken bunun tersi gerçekleşmesi durumunda ise kendini gözden geçirmek yerine halkı cahil kabul etmek en kolay yoldu… Ve bu zihin yapısında olanlar halkın 12 yıldır iktidarda olan siyasilere destek vermesini ya ‘’büyülü ekmeklere, büyülü gömleklere’’ ya da ‘’makarnaya-kömüre’’ bağlayacaklardı…
Bu yaşanılanlar, bu söylem benzerlikleri dikkatlice incelendiğinde vesayetçi bir zihin yapısına işaret ediyordu, ağızlarından düşmeyen hak, hukuk demokrasi kavramları ise amaçlarına giden yolda kullandıkları araçtan başka bir şey değildi…
Selametle…