Malum bu yıl Şeb-i Arus için büyüklerimiz, tema olarak vefayı tespit ederek “Vefa Vakti” demişler, iyi de etmişler. Kavram olarak da olsa vefadan bahsetmek için bir imkân ve vakit doğmuş oldu. Yazılar, çiziler, resimler, panolar, manşetler, reklamlar “vefa” ile süslendi. Sosyal medyada şahsım da dahil ne kadar söz varsa vefaya dair yazdık ha yazdık. Söz tamam da icraat faslı muamma azizim…
İki satır insanlıktan bahsetmeye kalkışsak ilk anacağımız şey “vefa” oluyor, yakındığımız, şekvada bulunduğumuz da en çok vefasızlık. Vefadan bu kadar çok sitayişle ve muhabbetle bahsedip en çok da vefasızlıktan ıstırap çekmek nasıl bir tenakuzdur Allah’ım!
Dünden daha çok ihtiyacımız var vefalı olmaya, vefa göstermeye, vefa görmeye. Sosyal medyada, cep telefonlarında, mesajlarda, ekranlarda süslü, kitap gibi, şaşalı cümleler kurarak olmuyor vefa. Emek istiyor, hak gözetmek, hatırda tutmak, unutmamak, affedebilmek, büyüklük göstermek, küsmemek gerekiyor.
Dün ne olduk bugün halimiz nicedir diye girip “Vefa artık bir semtin adı kaldı” esprisini yapacak değilim. Vefa’ya bu ismi biz vermişsek vefamızdan verdik, son çağda vefasızlığımızın arttığı gerçektir ama geçecektir de. Yeter ki “biz” olmaktan vazgeçmeyelim.
Vefadan bahsediyorsan, ağzın vefa deyip duruyor, her paylaşımın kallavi cümlelerle bitiyorsa bunun da gereğini yapacaksın. E madem herkes vefadan bahsediyor biz neden buradan açtık mevzuyu? Biz de vefaya vefa gösterelim istedik azizim. Sözümüz önce kendimizedir sonra size.
Vefa göstermeye kimden başlamalı? Sorunun cevabı aynı zamanda sizin kimden vefa beklediğinizi de işaret edecek. Sorunun diğer bir veçhi de “kimin vefasızlığı seni üzer” olsa gerek. Evvel emirde yaratıcıya karşı vefalı olmak gerekir, sizce de öyle değil mi Aziz Okuyucum?
Yaratıcıya olan vefadan hemen sonra insanın kendine vefa göstermesi gelir belki de. Prensip sahibi, ilkelerine bağlı, tarzı edası tutarlı olmak ve bunda sebat etmek… Sonrası eş, dost, akraba, tarih, coğrafya, çevre… Dostlar misal, hani Ebubekir gibi evet İlk halife Sıddık gibi. Peygamberine yol arkadaşlığı yapıp, Mekke’den Medine’ye hicret etmek ve ölünceye dek dizinin dibinden ayrılmamak…
Mesela bugün hangi dostuna bir vefa örneği gösterdin, yani hemen bugün yazıyı okuduğun an “dur hele kaç zamandır aramadım şu hayırsızı” deyip uzunca süredir görüşmediğin o arkadaşını arayacak mısın? Mesela bugün evden çıkarken annenizin elini öpüp babanıza dua ettiniz mi? Ailenize gülümseyip çocuklarınıza sarıldınız mı?
Mesela bugün, iki simit alıp birini köşe başındaki mendilci kadına diğerini iş yerinizdeki çaycıya verdiniz mi? İş dönüşü ev için iki ekmek yerine üç ekmek alıp, sokağınızdaki fakirin kapısına astınız mı? Mesela evde pişen yemekten kokmuştur diyerek kapı komşunuza ikram ettiniz mi? Alt komşunuz en son ne zaman geldi çayınızı içmeye?
Mesela aynı sofrada yemek yiyip, birlikte yolculuk yaptığınız, vakti ve mekânı bölüştüğünüz bir ahbabınız, oldu da bir davetine çağırmadı sizi. Unutmuştur, telaşlıdır dur gidip yanında bulunayım niyetiyle yola çıktınız mı?
Mesela bugün şehrin en uzak yerinde tarihi o eski camide namaz kılıp çıkışta hiç bilmediğiniz bir amcaya hâl hatır ettiniz mi? Size olan borcunu geciktiren bir ahbaba daha o demeden süre verdiniz mi? Girdiğiniz bir lokantada halinden anlayıp kendinizi göstermeden bir muhtaca yemeğini söylediniz mi?
Vefa hem çok basit hem çok zor. Yapıldı mı gönül dolusu, olmadı mı gönül kırgınlığı. Madem bu kadar laf ettik son sözü sahibine bırakalım. Şöyle diyor Celaleddin-i Rûmi; Vefa nedir, bilir misin? Vefa arkanda bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamandır. Vefa; dostluğun asaletine, dua sonrası verilen sözlere, hayallere ihanet katmamandır.