Bir hikâye tufanı aldı başını gitti. Susmakla konuşmak arasında ince ve bir o kadar keskin bir çizginin tam merkezinde anlatamamanın, söyleyeceği iki kelam sözün esaretinden korktu yüreğin… Boş ver… Zaten boş vermişti.
Hikâyeler biraz dinlemek ve biraz da gözlem… Hayatın kendi içindeki tasvirinin betimlemesiydi hikâyeler. Daha önce dediğim gibi kâğıt, bir kalem ve kalemden kâğıda dökülen sözler… Söz ki anlayana ibret.
Hikâye bu ya biraz da galiba öyküleme tekniği ister. Biraz şiirsel bir ifadenin, aykırılığın ve edebiyata dair söylenecek, coğrafya ile hemhal olmuş bir yüreğin başta dediğim gibi, biraz gözlem ve biraz da betimleme ve öykülemenin şiirsel diliydi kelimeler… Biraz edebiyat, biraz hikâye ve biraz da şiirsel kelimelerin eşliğinde…
Kelimeler… Dile geldi.
Eskiden kalma, vaktin kıymetinden süzülüp gelmiş bir masanın yanı başında oturuyordu. Dinlemeye hazır olduğu, belliydi… Ve söylenecek sözün kıymetini, yanlış anlar mı korkusuyla sarmalamıştı yüreğinde… Bilemedi ve bu bilinmezliğin içinde çok da uzatmama kararı aldı.
Söz ki söylenmedi mi, söyleyeceği kelamın dolambaçlı yollardan ilerlediğine ve bir sorunun soru olmaktan çıkıp boş vermişçesine sendeleyen, kekeme, kurumuş cümlelerde kış mevsiminin beklendiği günlerin anısına not düş diyordu.
Şiirsel ifadelerle not düştü… Ve şöyle başlıyordu.
Beynimin fay hatları neredeydi. Hayatın uzun kısa alafranga söyleminden… Söylediği sözün cümlelerde talihi var mıydı? Çıktığım çöl yolculuğunda kararı kim verdi. Karar bir hâkimin altı ay sonrasına bıraktığı duruşma mıydı? Çiğ tanesinin ıslaklığında adhesion kuvvetinin… Bıraktığı bir buzun ilk erimesi miydi bu güneş… Ve senin rüya dediğini âlem kendinde yaşadı. Sonsuzluk derdinin derdiyle… Kaleme alınmış birkaç cümlenin. Mahvoluşunun derdiydi. Bütün bu yağmur…
Bütün bu yağmur gözlerinin sanayi atıklarından kalma. Gözyaşlarının kuraklığı gibiydi. Kuraklık o ilk ağlamayla, senle başladı. Sen ki… Sen ki söylenmemiş. Ve söylenmeye ramak kalmış bir kavramdın. Sen ki susmaya mecali kalmamış. Bir göçebenin dizelerinde ki yurttun. Bu yağmur çöllere yağmadı. Ansızın çıkan bir rüzgârın alıp götürmesi gibi. Bir şeydi bu…
Yürüdüğün adım adım kaçtığın… Bir memnuniyet ifadesinin gözlerinde solmuşluğu… Hesabını yaptığı düzlemin, yarıçapını eksik bırakmıştın. Ve çap çevrenin pi sayısı ile olan bağlamı. Beynimin fay hatlarında geziniyordu. Ve herkes konuştu, herkes gibi sende konuştun. Ve ben. Ve ben sustum.
Çıktığım çöl yolculuğunda kararı kim vermişti. Kuraklığın fiziksel çözülme ile anlam bulduğu. Yağacak bir damla yağmurun çölde ki esintisiyle yürüdüm. Hayat buydu galiba dedirten bir söylemle, kabullenmeden yürüdüm. Yağacak yağmurun rahmet esintisinden nasibini alacak olan toprak. Ve bulutlara bakarak yürüdüm.
Ve bağlacının bile bağlayamadığı aykırı bir ruhun, gideceği çölün kararını kimseye bırakmadığı gibi bir şeydi bu yağmur. Ve bu yağmur noktayı ben koydum dercesine, nokta nokta düşüyordu gökyüzünden. Noktalar ki pi sayısının, çapla olan bağlamıydı.