Üzerinde yaşadığımız toprak parçası fiziksel ve kimyasal olarak taşıdığı özelliklerden çok daha fazlasıdır. O tek başına sadece kayalardan, dağlardan, taşlardan, akarsulardan oluşmuş bir yapıyı resmetmez, ekip biçtiğimiz, evler yaptığımız, yollarında yürüdüğümüz sınırlarla çevrili, haritada ölçekli bir ülkeden çok daha ötesidir.
Bir milletin “millet” olabilmesi ve millet özelliğini tarihler boyunca devam ettirebilmesi, karakterini oluşturan köklerini elle tutulur bir zemine bağlaması için “vatan” edinmiş olması kaçınılmazdır. Bir milletten söz edebilmek için, ona ham madde görevini ifa eden bir insan kitlesinin olması ve bu insan kitlesinin bir toprak parçası üzerinde yaşaması gerekmektedir.
PAŞA DAİRESİ
Paşam, seni akil insanlar arasında göremedik. Gözüm, biz kendimize akil olalım yeter.
Yahudi milletini örnek gösteren bazı fikir babaları, vatanın, milletin oluşmasında gerek duyulmayan bir unsur olduğunu ileri sürseler de Yahudi’nin neredeyse tüm ayak bastığı yerleri vatanı görmek gibi bir yaklaşımı olduğunu göz ardı ediyor demektir. Şu an İsrail devletinin yayılmacı politikası başka nasıl izah edilebilir ki?
OLTANIN UCU
Şu günlerde bir “TC” muhabbeti aldı başını gidiyor, oysa kimsenin kimseden ve hiçbir şeyden bir tek şey kaldırdığı yok, kaldırılan toz bulutu işte.
Aynı ataların çocukları olmak, aynı dili konuşmak, aynı inancı paylaşmak, aynı değerlere sahip olmak aidiyet duygusunu geliştirirken, aynı toprakları “vatan” olarak benimsemek milletin oluşmasında en büyük rolü oynamıştır. Acıların ve zaferlerin yaşandığı, üzerine kan ve gözyaşı dökülen, besmeleyle tohum ekilen yerler kuru bir toprak parçası olmaktan çıkarak uğruna “şahadet şerbeti” içilen “vatan” olmaya başlıyor.
BİRKAÇ DİZE ŞİİR
Hangi efsanede adın geçmiş güzelim,
Hangi filmde?
Bir ağıt yak, bir bozlak,
Söyle seni öyle bilelim.
Hakan BAHÇECİ
Vatan, üzerinde yaşayan çocuklarına havasından, suyundan ve toprağından seciye katarken, yıllar içinde göğsünde barındırdığı hatıralarla, mezar taşına yazdığı ağıt ve dualarla, harcını, boyasını, taşını, suyunu aldığı toprağa diktiği yapılarla aidiyet şuurunu günbegün tazeleyip kuvvetlendirmektedir.
SÖZÜN NAMUSU
Minareden düşenin parçası bulunur da, gönülden düşenin parçası bulunmaz.
Vatan, kuru bir toprak parçası değildir; evliyanın, şühedanın, ulemanın, sanatkarların, zanaatkarların üzerinde yaşayıp eserlerini üzerinde bıraktıkları, hudutta nöbet beklemenin kutsal sayıldığı, uğruna savaşı göze alabileceğin üç beş değerinden biridir. Bu haliyle o, tek ve biriciktir. Nitekim, vatan üzerinde yaşayan millete ait olmakla birlikte, o millette vatana ait olmuştur artık. Bu yüzden biz, ev bark dediğimizde vatanı kasteder, uzak kaldığımızda memleket hasreti çekeriz.
Paşamın Türküleri
Mahpushane çeşmesi
Yandan akıyor yandan
Mahpusluk bir şey değil
Ayrılık var bir yandan
Ey gardiyan, gardiyan
Tabancamı ver bana
Tabancamın uğruna
On yıl verdiler bana
Duvara deleyim mi
Yanına geleyim mi
Aç kapıyı gardiyan
Üç altın vereyim mi
Kastamonu Yöresi
Millet, özgürlük, özerklik gibi kavramların gündeme geldiği günlerde tekrar tarihimize bakmaya ihtiyaç doğmuştur sanırım. Türkler hiçbir zaman ülkeye kuru bir toprak parçası olarak bakmamıştır. Orhun Abidelerinde ülke için “mukaddes yer ve su” nitelendirilmesinin yapılması boşuna değildir. Vatan, bizde kutsallık kazanmıştır. Meşhur olaydır hani; Mete, tahta çıktığı zaman komşu devletlerden biri (Tunguzlar) savaş bahanesi olsun diye Mete’den önce atını, sonra karısını isterler, tüm itirazlara rağmen Mete bunları verir, aynı şekilde çorak bir arazi istediklerinde bunu bir savaş sebebi sayar. Şöyle bir soru duyar gibiyim; “Bizden toprak parçası isteyen mi var, bu ne korku, ne telaş?” ne Mete var şimdi, ne Tunguzlar, ilişkiler, planlar çok daha kamufle olmuş durumda, sırf bu yüzden daha dikkatli olmak gerekmez mi?
Türkmenlerin bir atasözü ile bitirelim; “Devletli devlet arar, devletsiz vatan arar.”
KALEMİN SADAKASI
Allah Resulü buyuruyor;
“Kıyâmet günü, mümin kulun terazisinde güzel ahlâktan daha ağır bir şey bulunmaz. Allâh Teâlâ çirkin hareketler yapan, çirkin sözler söyleyen kimseden nefret eder.” (Tirmizî, Birr, 62)