Avuçlarımızda taşıyorduk dünyayı. Yükümüz ağır, biz zayıftık. Ayaklarımız yeryüzünün soğuğunu hissedecek kadar çıplak, bedenimiz keskin rüzgarlara dur diyemeyecek kadar narin.
Avuçlarımızda taşıyorduk dünyayı. Yükümüz ağır, biz zayıftık. Yorgun bedenlerimiz kar tanelerine sevinemeyecek kadar çıplak. Ellerimiz hiç olmadığı kadar soğuk ve keskin. Biz üşüyorduk. Biz üşüdükçe dünya da bizimle üşüyordu. Ne kadar ısıtmaya çalışsalar boş. Biz üşüdüğümüz sürece dünya üşümeye mahkumdu.
Avuçlarımızda taşıyorduk dünyayı. Yükümüz ağır, biz zayıftık. Biz dünyayı ev edinmiştik. Sobalara odun atılıyordu fakat biz üşüyorduk. Rüzgardan daha çok sevgisizlik tenimizi üşütüyordu. Biz ekmeğimizi bir köpek yavrusuyla paylaşırken bizimle ekmeğini paylaşmayan dünyalılar vardı. Halbuki dünya bizim avuçlarımızdaydı. Ve biz ısınmadan dünya ısınmayacaktı.
Açlığımız dünyayı sarmıştı. Bütün evlerde yemekler varken insanların gözü açtı. Biz doymadan doymayacaktı dünya ve içindeki insanlar. Avuçlarımız açık fakat boştu. Annelerimiz gözlerimize bakamıyordu. Biz açtık fakat bu mide açlığıydı dünya insanları gibi gönül açlığı değildi.
Biz aç kalıyorduk insanlar ölüyordu. Açlığımız insanlığı öldürüp sadece et ve kemiği bırakıyordu.
Avuçlarımızda taşıyorduk dünyayı. Biz iyi olmadan dünya iyi bir yer olmayacaktı. Biz öldükçe sağ kaldığını sanan insanlar vardı.
Avuçlarımızda taşıyorduk dünyayı ve bir gün avuçlarımızdaki dünya düşüp gidecekti. Ebedi huzura çok az kalmıştı. Yükümüz ağırdı ve biz açtık....
Madaya’daki kardeşlerimize selam olsun.