"İnsan nisyan ile mâlüldür." Yani insan, unutkanlık hastalığına sahiptir. Nisyan sözlükte, unutmak, ertelemek, bilerek veya bilmeden terk etmek anlamlarına gelen bir kelime. Terim olarak ise insanın daha önceden edinmiş olduğu bilginin, ihtiyaç anında akla gelmemesi olarak tarif edilmiştir. Unutmak psikolojik açıdan değerlendirildiğinde, hafızada bulunan bilgilere erişilememesini ifade eder. Bunun sebepleri daha önce öğrenilmiş bilginin artık hafıza kaydından silinmiş olması, yahut o kayıtlı bilgiyi çağrıştıracak zihinsel ilişkilerin kurulamaması olarak ifade ediliyor.
Unutmak insanın geçmişteki bazı elem ve sıkıntıları, kötü hatıraları unutması noktasında değerlendirildiği zaman bir nimet olarak değerlendirilebilir. Ancak insanın unutmaması gerekeni mesela yaratıcısını, dostlarını, düşmanlarını, ölümü, ahireti unutması ise bir musibettir, bir felakettir. Bireysel hafıza, mazisinde, kendi üzerinde derin izler bırakmış, travmatik bazı hadisâtı unutmazken veya en ufak bir algısal seçicilikte anında hatırlayıp güncelleyebiliyorken; toplumsal hafıza tarihinde, mazisinde yer alan, toplumu olumsuz etkileyen, birçok hadisatı hiçbir şekilde hatırlayamaması, algı seçiciliğine rağmen sanki o hadisât mazide yaşanmamış gibi tepkisiz olarak ya da hissiz, duygusuz bir şekilde değerlendirmesi sıkça karşılaşmış olduğumuz bir durumdur. Halbuki tıpkı bireysel hafızada olduğu gibi toplumlarında geçmişlerinde travmatik izler bırakan ya da kendisine zarar veren sürekli düşmanlarını ya da süreklilik arz eden mutad yanlış davranışlarını unutmaması gerekmektedir. Sağlıklı bir toplum hayatının devamı için bu önemlidir. Unuttuğu noktadan tekrar darbe alması, unutarak ihmal ettiği düşmanından tekrar düşmanlık görmesi tarihte çok defa tekerrür etmiş, halen de günümüzde tekerrür etmekte olan bir durumdur.
Unutmak, her nimetin aynı zamanda imtihan olması gibi esasında hem bireyler açısından hem de toplum açısından bir imtihandır. Yalnız bugün unutma konusundaki imtihanımız, sadece hafızamızın geriye dönük bilgileri silmesi ya da algısal olarak kontak kuramaması değil; bilakis dış dünyadan kaynaklı unutturma üzerine yapılan algı operasyonları ile gerçekleştirilmektedir. Bir ülkeyi/toplumu ekonomik olarak sömüren güç odakları belirli gelişmelere bağlı olarak sömürüleri üzerindeki hakimiyeti belirli bir oranda kaybettikten sonra o toplumu veya ülkeyi tekrar sömürebilmek için, geçmişteki yapmış olduğu sömürülerin sebep olduğu ekonomik krizleri, manipülasyon ve algı yönetimleri ile unutturma yoluna gitmektedir. Bu taktik günümüzde uluslararası ekonomik ilişkilerde geçerli olan bir usûldür. Toplumda, ekonomik, sosyolojik, siyasal travmaya sebep olan dönemlerin, o kötü kayıtlarının, toplumsal hafızadan silinmesi, hafızalardan sönmesi adına belirli bir süre üzerinde durulmayarak ya da bir kuşak/jenerasyon değişiminden sonra, o günler, özlenen mazide yaşanmış Asr-ı Saadet günleri gibi lanse edilerek, müferereh, huzur dolu günlermişcesine ısıtılarak yeniden gündeme getirilmektedir.
Bir ülkede veya toplumda, bir jenerasyon önce yaşanan ekonomik krizleri yaşamamış olan genç kuşağa ya da elindeki ile yetinmeyip daha fazlasına sahip olmak için beklentiye giren hırstan gözü dönmüş olan kuşaklara o geçmişteki kötü hatıralar sanki nostaljik güzel günlermiş gibi anlatılabiliyor. Toplumsal hafızanın unutmaması adına yapılması gereken, mazide yaşanılan, toplumu derinden sarsan, siyasi, ekonomik, ictimaî, kültürel, askeri vb. alanlardaki travmatik hadisâtın kaydının iyi tutulması ve bunun objektif bir tarih bilinci ile gelecek kuşaklara aktarılmasından geçmektedir. Konunun daha net anlaşılması, silüetin eşkâle dönüşmesi için, ülkemizin 90'lı yılların sonunda yaşamış olduğu ekonomik krizler, siyasi krizler, postmodern askeri müdahaleler örnek olarak değerlendirilebilir. Her gün bankaların battığı, insanların borçlu bir fakir olarak yatıp, daha borçlu daha fakir olarak uyandığı, yazar kasaların havada uçuştuğu, çarşılar boyunca iflastan dolayı kapanan kepenklerin kameraların kadrajına sığmadığı, ilaç kuyruklarının hastanelerden sokaklara taştığı, hastaların, ölülerin rehin kaldığı, hergün onlarca şehit cenazesinin geldiği, başörtülü anaların oğullarının yemin törenine bile alınmadığı, deprem paraları ile memur maaşlarının ödendiği bir dönem mi unutmak yada örgütlü bir algı operasyonu ile o günlerin, bu günlerden iyi olduğunu savunmak yada yeni kuşaklara bu şekilde anlatmak siyaset veya başka bir şey değil; sözün özü şeytanca bir algı operasyonu, İblisce bir ahlaksızlıktır.
İnsanın unutma zaafını, bu zaafla birlikte ölümsüz olma, bitmeyecek bir hükümdarlığa sahip olma zaafı ile birleştirerek kullanan ve neticesinde, insana unutmaması gereken bir "uyarıyı", yapmış olduğu algısal propaganda ile unutturan ve insanın cennetten çıkmasına sebep olan şeytan/iblistir. Hitaben: “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette oturun, istediğiniz yerinden rahatça yiyip için ve şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz” dedik. (Bakara,35) uyarısını "Ey Âdem! dedi, sana ebedîlik ağacını ve sonu gelmez bir saltanatı göstereyim mi?" (Tâhâ,120) diyerek geleceğe yönelik ölümsüzlük ve sonsuz hükümranlık zaafını kullanıp, Allah'ın "yaklaşmayın!" emrini Hz. Adem'e ve Havva'ya unutturmuştur.
Unutkanlık, insanın fıtratında veya genlerinde olan bir illettir. Ancak bu illet, insanın geçmişe takılıp kalmaması, geleceğini inşa edebilmesi, yaşadığı hayatı dengede yaşayabilmesi için aynı zamanda bir nimettir. Ancak bu nimet, insanın kendisine algı operasyonları çeken ebedi ve ezeli düşmanı şeytanı, şeytanın hile ve desiselerini, şeytanlaşmış insanların algı operasyonlarını ve ders alması gereken ibretlik tarihi vakâ ve hadisâtı unutması, insan ve toplum için bir zillettir. İnsanın yaptığı iyiliği unutması, kendisine yapılan iyiliği unutmaması bir izzettir. İnsanın dostlarıyla beraber düşmanlarını da unutması bir nikmettir. İnsanın ders alması gereken ibretâmiz tarihini, varlığını, var olma nedenini, kendi değerini ve kendine değer verenleri unutması bir musibettir. Bundan dolayı insanoğlu mazi, hal ve müstakbel arasındaki dengeyi sağlam inşa edememenin sıkıntısını yaşamaktadır. Bu sıkıntılar bazen istikbali inşa için aldığı kararlarda onu hataya ve yanlışa sürüklemektedir. Mazide milli kimliğe, milli değerlere düşmanlık yapmış, milleti pespayeleştirmiş, köklerinden, özünden, ruhundan koparmış yapı ve kurumların birkaç kuşak değişikliğinden sonra yalan ve algı operasyonlarına kanılarak, geçmişteki yaşanmış büyük travmaları unutturularak, o kurum ve yapılara kurtarıcı gözüyle bakmak unutkanlığın bir zillet, nikmet ve illet boyutunu ortaya koymaktadır.
Şeytan, Hz. Adem'i cennetten çıkarırken insanoğlunun hangi zaaflarını kullanarak, nasıl bir algı operasyonu çekerek başarılı olmuşsa, günümüzde de aynı usûl ve yöntemi takip etmektedir. Şeytanın ele geçirdiği ruhların sahipleri de aynı usulü izlemektedirler. Bu şeytanî usul ve uslûp, zaman zaman söylem ve eylemlerle ortaya çıksa bile bunu bastırmak için birtakım illüzyonist yöntemler uygulanmaya devam edilmektedir. Mesele, şeytanın ya da askerlerinin uyguladığı unutturma ve kandırma yönteminin kusursuzluğu değil; bilakis akıl sahibi bir varlık olan insanın, maziyi unutarak, aynı hatalara defalarca düşmesi, aynı delikten birden fazla sokulması, ısırılmasıdır. Anadolu irfanı, Anadolu insanının arifâne tecrübeleri ışığında, öz olarak ifade edilmiş atasözlerine kulak vermemiz gerekiyor. "Domuz derisi post olmaz, eski düşman dost olmaz. "Su (asker) uyur, düşman uyumaz." gibi, insanın uyanık olmasını tembihleyen atasözleri unutulmamalıdır.
Tarihin tekerrür etmemesi için, insanın hatırında kalmayan ya da zaman içerisinde kalmayacak olan bilgileri satır satır doğru ve objektif olarak kaydetmesi gerekmektedir. İnsanın en büyük zaafı, Mücadele Sûresi, 19. Ayet-i Kerimede: "Şeytan onları istilâ etmiş, onlara Allah’ı anmayı unutturmuştur. Onlar, şeytanın hizbi (partisi)dir. İyi bilin ki şeytanın partisi kaybedecektir." Haşr Sûresi, 19. ayette de: " Allah’ı unutup da Allah’ın da kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın onlar, sapıtmış olan kimselerdir." ayetlerinde net bir biçimde hatırlatılmıştır.
Bugün Müslümanların, dindar ve muhafazakar insanların birbirine düşmesinin sebebi veya davayı dağın eteğinde unutarak, zirveye kendilerinin çıkarma telaşında olmasının sebebi, esas gaye'yi ve istenen sonu unutmuş olmalarından kaynaklanıyor. "Onlar ki dinlerini bir eğlence ve oyun yerine koydular ve dünya hayatı kendilerini aldattı. Onlar bugüne (ahirete) kavuşacaklarını nasıl unuttular ve ayetlerimizi nasıl inkar ettilerse biz de bugün (ahiret günü) onları öyle unuturuz." (Araf Sûresi,51) Unutmayalım ki; unutmayan, gaflet ve uyku basmayan, her şeyden haberdar, her şeye şahit, bir yaratıcının bizi hesaba çekeceği bir güne doğru koşar adım yaklaşıyoruz.