Üniversitede Genel Sekreter Olmak!

Şenol Metin

18 Haziran 2020 tarihinde Cumhurbaşkanlığı Eğitim Politikaları Kurulu Cumhurbaşkanımıza “Yükseköğretim Reformu Cumhurbaşkanlığı Politika Belgesi Taslağı” sundu. Taslakta yükseköğretimin yönetimi, planlaması, koordinasyonu ve denetimine yönelik yeni yapılanma modeli önerisi ile yükseköğretimde çeşitliliğin özendirilmesi ve Meslek Yüksekokullarına ilişkin yapılanma önerileri bulunmaktadır.

Cumhurbaşkanımız 10 Ekim 2022 tarihinde Yükseköğretim Akademik Yıl Açılış Töreni'nde Yükseköğretim Kurulu (YÖK) ile ilgili önümüzdeki günlerde “reform” niteliğinde düzenlemeler olacağını dile getirmiştir.

2014”ten beri yükseköğretim reformunu tartışıyoruz.

2016”dan itibaren de rektör seçim sistemini, atama sistemine dönüştüren düzenleme başta olmak üzere bazı yapısal düzenlemeler yapılmış olsa da, bu düzenlemelerin reform sayılamayacağı açık.

Bununla birlikte, Yükseköğretim Kurulu reform ihtiyacını algılamış ve dar bir kadro ile konuyu çalışmaktadır. Reformun parametreleri, henüz kamuoyunun tartışmasına açılmamış olsa da, ortak akıl henüz teşekkül etmemiş olsa da reform zorunluluğu artık kabullenilmiştir.

Bu reformun parametreleri neler olmalıdır?

Reformun ilk parametresi, yükseköğretimin hangi örgütsel modelle yönetileceği sorunudur. Bu hususta yükseköğretimin bakanlık örgütlenmesi modeli ile yönetilmesi gerekliliği büyük kabul görmüştür.

Reformun ikinci parametresi, üniversitelerin görev tanımlamalarının yapılmasıdır. Bu hususta Yükseköğretim Kurulu önemli çalışmalar yapmış olup, misyon farklılaşması, ihtisas üniversiteleri, araştırma üniversiteleri konseptleri ile büyük mesafe katetmiştir.

Reformun üçüncü parametresi, üniversite öğretim programlarının kazandırdığı yeterlilikler ile iş gücü piyasasının aradığı nitelikler arasındaki makasın kapatılması için öğretim programlarında ciddi bir çalışma yapılması gerekmektedir. Maalesef bu alanda yapılan çalışmalar çok yetersizdir. Gecikiyoruz….

Reformun son parametresi Üniversite İnsan Kaynakları Yönetimi…

Bugünkü yazımızın konusu bu parametreye dairdir.

Üniversite yönetimin en tepesinde rektör bulunmaktadır. 29 Ekim 2016 tarihli 676 sayılı KHK ile rektör atama usulü değişti. O dönemde konuyu basın açıklaması ile kamuoyunun takdirine sunmuş ve:

“676 sayılı KHK ile kendisine oy veren ve bu oyun diyetini rektörlük görev süresi boyunca ödemek zorunda olan rektörler az sayıdaki bir kısım öğretim elemanlarının rektörü olmaktan kurtularak, tüm üniversitenin rektörü olma imkanını elde etmiştir. Üniversitelerimizde çalışma barışını bozan, akademisyenlerimiz arasında husumet üreten, atama makamı için bir bağlayıcılığı olmayan, anlamsız ve faydasız bir yöntem olarak rektörlerin bir kısım öğretim elemanlarınca seçilmesi uygulamasından vazgeçilmesini olumlu bir adım olarak değerlendiriyor, beklenen Yükseköğretim Reformunun mukaddimesi olarak görüyor ve destekliyoruz.” demiştik.

Ancak Türkiyenin olağanüstü gündemi bugune kadar bu reforma hayat vermedi.

2547 sayılı Kanunun Türkiye'nin Yükseköğretim sistemini yönetme kapasitesinin olmadığını ve topyekün yeniden yazıma muhtaç olduğunu defaatle ifade ettik. Cumhurbaşkanımızın 2022-2023 Yükseköğretim Akademik Yıl Açılış Töreni'nde yapmış olduğu konuşma ümit verdi. Reform çağrılarımız Cumhurbaşkanımızın açıklaması ile talimata dönüştü. Bekliyoruz…

Üniversite insan kaynakları yönetimin en tepesinde sadece rektöre karşı sorumlu olan Genel Sekreter vardır. 2547 sayılı Kanunun 51. Maddesi “üniversitelerde rektöre bağlı, merkez yönetim örgütünün başında bir genel sekreter … bulunur.” diyerek genel sekreterin üniversite idari teşkilatı içindeki konumunu, önemini vurgular.

Klanlara diyet ödemekten kurtulmasına rağmen klanlarla uzlaşmadan rektörlük yapılamayacağına dair hakim kültürün hegemonyasından kurtulamayan rektörlerimiz maalesef akademik liderlik görevlerini ifa edemektedirler. Akademik liderlik görevlerini ifada zorlanan rektörlerimiz de genel sekreterin görev alanında kendi varlıklarını anlamlandırmaktadırlar.

Kendi görev alanını rektöre terkederek etkisizleşen genel sekreter, değersizlik hissi, özgüven parçalanması ve rol çatışması yaşamakta, sonrasında da kendi görev alanını “Özel Kalem Müdürü” görev alanında tanımlamaktadır. Rektörlük makamı başta olmak üzere üniversitenin aldığı bütün kararları mevzuata uygun icrai-idari işleme dönüştürmesi ve birimlere rehberlik yapması gereken genel sekreterin görev tanımı kayması nedeni ile görevlerini layıkı ile ifa edilememektedir. Son zamanlarda Sayıştay raporlarında üniversitelerin çokca eleştirilmesinin nedeni budur.

Görev girişikliği rektörü de asıl sorumlu olduğu alandan akademik alandan uzaklaştırmakta, üniversiteleri bilim üreten eğitim yuvaları olmaktan çıkarmakta, bürokratik süreçlerin hakim olduğu, hiyerarşik yetkilerin esas olduğu bir kamu kurumuna dönüştürmektedir.

Aynı patoloji fakültelerde dekan- sekreter görev ilişkilerinde de yaşanmaktadır.

Genel sekretere yaşatılan değersizlik hissi yansıyarak rektörlük makamına, akademik kadroya ve üniversite çalışanlarına da sirayet etmektedir. Bu üniversitede genel sekreterlik makamına yönelik yetkinlik, kurumsal saygı ve meşruiyet sorunu üretmektedir.

Genel sekreterlik makamı çevresinde oluşan değersizlik hissinin bir sonucu da, böylesi üst düzey yönetsel beceriler ve sorumluluk isteyen bir görevi herkesin yapabileceğine dair algı üretmesidir. Öyle ki hiçbir yönetsel deneyimi olmayan ancak sadece tıbbi sekreterlik hizmeti sunduğu hekimin rektör olması nedeni ile polikilinik sekreterinin Genel Sekreter olarak atandığını gördük.

Bunu normalleştirmeye çalışırken 1 gün bile üniversite geçmişi olmayanların “ki bunlar ağırlıklı belediyelerde görev yapmaktadırlar” genel sekreter olarak atandığı örnekleri görünce “sözün bittiği yerdeyiz” dedik.

Bir akademisyenin part time, ikinci görev olarak genel sekreterlik görevini ifa etmesi ise o kadar sıradanlaştı ki…

Şimdi buradan Yükseköğretim Kurulu Başkanımız Erol Hocama çağrı yapıyorum:

Üniversitelerimizde halen görev yapan genel sekreterlerin cvlerini, hizmet dökümlerini incelemenizi istirham ediyorum.

Kaç tanesi şube müdürlüğü, sekreterlik, daire başkanlığı yaparak yetişe yetişe gelmiş,

Kaç tanesi 1 gün bile üniversitede görev yapmadan, üniversite kültürünü içselleştirmeden gelmiş!

Göreceksiniz ne kadar haklı olduğumuzu…

Bir noktanın altını çizelim. Bu patolojik durum yeni değildir. Üniversite tarihimiz kadar mazisi vardır.

Buradan rektörlerimize de bir çağrıda bulunmak istiyorum;

Bu görevler emanettir. Sizden beklenen üniversiteye akademik liderlik etmenizdir. Genel sekreterlik yapmanız değil.

Öğretim görevlisi ile öğretim üyesi arasındaki farkı bilmeyen genel sekreterlere bizi mahkum etmeyin.

Fakülte Kurulu ile Fakülte Yönetim Kurulu arasındaki farkı bilmeyen genel sekreterlere bizi mahkum etmeyin.

Yapmayın!...

Genel sekreterlik makamına yazık ediyorsunuz,

Üniversiteye yazık ediyorsunuz.