Hayatımızın vazgeçilmez ve sanırım değişmeyecek köşe taşlarının başında artık sınavlar var. Hayatın kendisi zaten bir sınav, tamam bunu biliyoruz lakin hayatımızın geri kalan kısmında nasıl bir yaşam süreceğimizi bu sınavlar sonrasındaki tercihleriz belirliyor.
Sınav deyince aklımıza hemen geliveren KPSS, TUS, YDS gibi sınavların en kelli fellisi üniversite giriş sınavları olsa gerek. Neredeyse ortaokul sıralarından başlayarak hazırlanan bu sınav binlerce gencin sonraki hayatlarına rota belirlemiş oluyor.
Sınavda yüksek puan alıp sıralamada ilk yüzlerde yer almak tek başına yetmiyor. Doğru ve isabetli bir tercih yapmak esasen sınava hazırlanmaktan çok daha çetin ve mühim. Sadece herhangi bir üniversiteyi o üniversitenin fakültesinin ve o fakültenin herhangi bir bölümünü seçmiş olmuyorsunuz. Aynı zamanda bir meslek ve çoğunlukla o meslek doğrultusunda bir hayatı tercih etmiş oluyorsunuz.
Etrafımda tanıdığım bildiğim ya da rast geldiğim birçok gencin kafası çok karışık. Hangi bölümü, hangi üniversitede ve hangi şartlarda okuyacağı konusunda birbirinden farklı öyle fazla ihtimal ve seçenek var ki. Misal iç mimar olmayı çok arzu ettiği halde ailevi, maddi, kariyer ve prestij gibi birçok nedenlerle tıp tercih etmek durumunda kalan gençler az değil.
Çok istediği bölüme belki bir iki puanla giremeyecek olup da “bari şurası olsun” yaklaşımıyla kerhen bir tercih yapmak zorunda kalan gençlerimiz de var. Matematiksel işlemleri çok iyi yapıyor diye güzel sanatları okumak isteyen bir öğrencimize mühendislik yaptırmak isabetli olacak mı? Evet, belki işini sayısal veri bakımından dört dörtlük yapan hesaplama hatasına yer vermeyen bir mühendisimiz olacak, peki biz o arada o zihnin içindeki büyük bir romancıyı, müziksel bir dehayı yitirmiş olursak…
Geçen yıllarda çok duyduk bu yıl da duyacağız; “Çok değil bir soru daha yapmış olsaydım şimdi nerdeydim” yakınışını. Acaba diyorum bundan dolayı mı halen işinden memnun olmayan binlerce insanımız olması? Bu derecede olmamış olmasını arzu ettiğinizi tahmin ediyorum lakin bundan fazlası var eksiği yok.
Sıralamada ilk yüz, ilk beş yüz belki ilk bin gibi öğrenciler nispeten rahatlar. Özellikle son yıllarda sayıları artan özel ve vakıf üniversiteleri onları bırakmıyor zaten. Ortalama bir memur maaşı kadar burs vererek yüksek imkânlar içinde ve çoğunlukla iş garantili okutuyorlar.
Diğer yandan durumu yüzde birlik hesaplamalara kalan yüzlerce gencimiz çok daha hassas olmak zorunda. Üniversite tercihi yaparken kendinden bağımsız birçok etken var bizi yönlendiren. Aldığımız puan başta olmak üzere ailemizin maddi olanakları, kişisel tercihlerimiz, şehir tercihi, ulaşım, yurt ve sosyal imkânlar ve elbet “iş” bulabilme ihtimali; tüm bunlar ömrümüzün kalanı ile ilgili kısmında yolumuzu belirleyecek. Unutmuş olmayalım, annemizin bize olan düşkünlüğü de bir tercih sebebi.
Bunların tamamına karşı gelecek durumumuz yok biliyoruz. Yukarıdaki bileşenler bir araya gelecek, tercih noktasında bize ipucu verecek doğrudur. Lakin kişisel beklentiler, sahip olduğumuz yetenekler, yüreğimizdeki ses, hayalimizdeki biz, ileride kendimizi görmek istediğimiz “ben” belki yukarıda saydığımız etkenlerden çok daha tercih etmeye layık değil mi?
Bu layık olma durumu elbet bir günde oluşacak değil. Belki ilkokuldan başlayarak ilgi, yetenek ve istidadımız doğrultusunda yüksek okula hazırlık yapmalıyız. Belki yüksek okul değil hayatın kendisidir kastımız.