Herkesin merakla beklediği 2022-Yükseköğretim Kurum Sınavı yerleştirme sonuçları geçtiğimiz gün açıklandı.
Üniversite hayatına atılan genç kardeşlerime başarılarının hayırlı olmasını dilerken, ailelerine de Allah’tan sabır ve güç diliyorum.
Çünkü üniversite sürecinin getirdikleri ve götürdükleri sadece gençleri değil, büyük ölçüde aileleri ilgilendiriyor.
Herkes evladının iyi bir eğitime, iyi bir işe ve iyi bir geleceğe sahip olmasını ister. Bu nedenle de üzerine düşen her fedakarlığı yapar. Ama işin sonunda okul bittiği zaman bu emeklerin karşılığı alınamıyorsa burada bir sıkıntı var demektir.
Lafı eğip bükmeye gerek yok! Ülkemizde üniversite okumanın açıkçası çok bir avantajı yok. Eğer iyi bir bölüm okumadıysanız, hatta iyi bir bölüm okusanız bile kendinizi o alanda yetiştiremediyseniz hiçbir avantaja sahip olmuyorsunuz. Aksine, hayata geç başladığınız için dezavantaja bile sahipsiniz.
Bunu üzülerek söylememiz gerekiyor.
Şu anda piyasada en zor iş bulanlar ne yazık ki üniversite mezunları…
Ne gariptir ki ilk okul mezunları bile üniversite mezunlarından çok daha kolay iş bulabiliyor!
Sadece bu tabloya bakarak bile ortada doğru gitmeyen bir şeylerin olduğunu söylememiz gerekiyor.
Daha önce de defalarca kez söylediğimiz gibi; gelinen noktada ülkemizin en büyük eksikliği, nitelikli insan kaynağı üretememek ve üretsek bile faydalanamamak!
Yani özet olarak, üniversite mezunu genç sayımız her yıl kat kat artsa da gençlerimizin niteliği her geçen gün geriye gidiyor.
Bunun en büyük sebebi; üniversite okumayı bir gelecek hazırlamak adına değil de bir at yarışı psikolojisiyle değerlendirmemiz. Burada da en büyük kabahat öncelikle ailelerin tabi ki.
Kendi çocuğunun niteliğini bilmesine rağmen masraf yapan, sonra da büyük beklentiye giren aileler, çocuklarını daha ilk okulda bu psikoloji altında ezilmeye mahkum ediyor. Sonra da hayal kırıklığına uğruyor.
Daha sonra da tabi ki eğitim sistemimiz geliyor. İlk okuldan başlamak üzere eğitimin tüm aşamasında iyi bir analiz ve hedef çizme yeteneğimiz olmadığı için sepetteki tüm elmaları aynı kazana doldurup kaliteli bir elma suyu almaya çalışıyoruz. Hangi genç nereye kanalize edilmeli diye bir telaşımız yok. Oysaki bu işlerin bir plan ve program dahilinde yapılması çok daha başarı getirirdi.
Örneğin ülkemizde atama bekleyen o kadar öğretmen varken eğitim fakültelerinin hala yüksek sayıda öğrenci almasının çok doğru olmadığını hepimiz biliyoruz.
Ya da Konya’dan örnek verirsek; Konya’daki beş üniversitenin üçünde hukuk fakültesi olması anlamsız.
Bu hem kaynak israfına neden oluyor hem de ihtiyaç fazlası mezun üretildiği için hukukçuların değerinin düşmesine, atamalarının azalmasına hatta maaşlarının düşük tutulmasına sebep oluyor.
Dönüp dolaşıp yine aynı şeyleri söylüyoruz.
Bizim şuanda tek çıkar yolumuz ihtisaslaşma.
Her üniversitenin belirli alanlarda ihtisaslaşması ve tüm kaynaklarını ihtisaslaştığı alana aktararak bilimsel noktada en iyiyi yakalaması hedeflenmelidir. En iyiyi yakalamak ya da ihtisaslaşmak dediysem, kuru kuruya bilimsel yayın yapmaktan bahsetmiyorum. Ülkemize hiçbir faydası olmayan bilimsel yayınları neyleyeyim ben. Eğer ülkemize fiziki anlamda bir katma değer sağlıyorsa değerlidir bilimsel araştırmalar.
Örneğin tüm üniversitelerimizin yıllardır yapamadığını, TEKNOFEST akımı şu anda tek başına yapıyor. Kimse kusura bakmasın, bir Selçuk Bayraktar’ın ufku bu ülkenin üniversitelerinde yoksa eğer biz hiçbir şey yapmamışız demektir.
İşini yapan ve başarıdan başarıya koşan sayısı az olan üniversitelerimizi ve hocalarımızı bu işin bir kenarında tutuyorum, onlar kırılmasınlar. Ama ne yazık ki genel tablo uzaktan bu şekilde olumsuz görünüyor…
Tabi her şeyi de başkasından beklememek lazım. Asıl söyleyeceklerim genç kardeşlerime.
Hayatında hiç çalışmamış, her şeyi annesi ya da babası tarafından karşılanan, sofrası annesi tarafından kurulan, ayakkabısı babası tarafından alınan, el bebek gül bebek yetiştirilen gençlerimiz hayata toz pembe bakmaktan öteye gidemiyor. Dahası, üniversiteyi sadece sosyal bir ortam, lay lay lom mecrası olarak görüyorlar.
4 yıl boyunca vur patlasın çal oynasın diyor ya da kafasını sadece derslerine gömüp 4 yılın sonunda elinde diplomasıyla iş telaşına düşüyor.
Bu iki durum da şu anda genç kardeşlerimin en büyük handikapı!
Türkiye’de 1990’lı yıllarda ortaya çıkan çeşitli iç çalkantılar ve çekişmeler yüzünden üniversite-sanayi iş birliği konusunda çok etkili hamleler yapılamadı. O dönemde sadece İstanbul Teknik Üniversitesi’nin ve birkaç akademisyenin ilgilendiği üniversite-sanayi iş birliği konusunda aradan 30 yıl geçmesine rağmen hala istenilen seviyeye gelinemedi ama yine de devletimiz ile birlikte Sanayi ve Teknoloji Bakanlığımız ile devlet kurumlarımız, bugün büyük çaba veriyor.
Genç kardeşlerimizin özellikle sahayı erkenden öğrenmeleri elzem. Bu sebeple üniversite sanayi iş birliğini hemen değerlendirmeleri kendi yararlarına.
Yine eğitim alırken okudukları bölümle alakalı staj veya çalışma hayatına girmeleri kendileri için çok önemli.
Bakın biz bunu sürekli yaşıyoruz. İletişim Fakültesi bitirip haber yazmayı bilmeyen, saha ile alakası olmayan onlarca kardeşimiz buraya geliyor. Ama ne yazık ki okul bittikten sonra geliyorlar.
Bu çok yanlış!
Çünkü hocalarının öğretemediğini bizim öğretmemizi istiyorlar ve üstüne de maaş bekliyorlar.
Öyle bir lüks yok.
Bu bir süreçtir, eğitimle birlikte çalışma hayatı başarıyla yürütülebilir. İletişim Fakültesi kazanan kardeşlerime bir abileri olarak haddimi aşmayacaksam söylemek isterim ki; sektöre okul bitince değil, okurken girin. Kendinizi ne kadar farklı alanda geliştirirseniz o kadar avantajlısınız. Haber yazmayı bilen bir grafikerle bilmeyen arasında büyük fark vardır. Kendinizi ifade edebiliyorsanız, genel kültürünüz iyise, güzel bir Türkçe’ye ve hatta hele bir de İngilizce’ye sahipseniz bizim sektörde bile işsiz kalmanız imkansız.