Gündelik yaşamın hayhuyundan hep bir şeyleri ıskalamaya devam ediyoruz. Özellikle soğuğundan şikâyet ettiğimiz kış geride kalırken, aslında dört gözle beklediğimiz baharın bile farkında değiliz.
İş ve ev arasında geçen günlerimizde bir de Ankara gibi kelimenin tam anlamıyla gri ve şu ara haddinden fazla gergin bir şehirde yaşamak zorundaysanız baharın farkında olmak daha da zorlaşıyor. Lafa geldiği zaman bozkır diye küçümsenen Konya’mızda şehrin içindeki park ve bahçeler sayesinde baharın izlerine daha fazla ulaşılabiliniyor.
Ankara’da baharın geldiğini keşfetmemi sağlayan sahneyi anlatmalıyım. Akşamüzeri saat altı buçuk civarı işten eve dönerken çevre yolunun yanında dağın eteğine kurulmuş gecekondu mahallesinde bir uçurtma gördüm. Akşamın serin rüzgârının da etkisiyse kafasına göre uçuyordu… Mahalle, yola göre daha alçakta kaldığından uçurtmayı uçuranı göremedim. Muhtemelen bir çocuktu. Çünkü yetişkinler mevsimleri takvimlerdeki günlere endekslediklerinden beri bu tarz zevklerden mahrumdular. Uçurtma çocuğunun içinden geçirdiği gibi gitgide göğe doğru yükseliyordu. O anda eğer daha gelmediğiyse bile o çocuğun sayesinde o mahalleye bahar gelmişti.
Tamam, ülkemiz kolay bir süreçten geçmiyor. Üzerimizde bin bir türlü oyun oynanıyor. Her gün Avrupa’nın yeni bir tezgâhıyla karşı karşıyayız ama işte hayat bir şekilde devam ediyor. Elbette tetikte, uyanık olacağız ama geçen zamanın farkına varıp, kıymetini de bilmeliyiz. Niyetim “gelince bahar ayları gevşer gönül yayları” klişesinde bir şeyler söylemek değil. Fakat bazı şeyleri de aşırı ciddiye alıp, gereksiz anlam yüklemenin de bir anlamı yok. Biz ne dersek diyelim, ne yaparsak yapalım su bir şekilde yatağını bulacaktır. Gergin ve anlamsızca geçirdiğimiz, kaybettiğimiz ve asla geri getiremeyeceğimiz zamandan başka elimizde bir şey yok.
Bahar umut etmektir, beklemektir sonu iyi olacağı… Taze bir başlangıç, gür sesli kararlı bir Bismillah, İnşallahtır bahar. Sabreden, bekleyen olup, sonunda huzura erenlerden olmalı tek isteğimiz. Yoksa iş-güç, siyaset, tek dişi kalmış batının kumpasları, borsası-altını-dövizi derken kaybettiklerimizle kalırız. “Halk aşksızsa sokaklar banka dükkânlarıyla doludur” diyen Zarifoğlu’nun mutlaka bir bildiği vardı. Gerçi günümüzde halka sorsanız mutlaka âşık olduğu bir şeyler vardır. Kendine, bir nesneye, hastalık derecesinde bir ideolojiye âşıktır ve kendi çapında mutludur da, belki de kendini kandırmanın sağlam bir yolunu bulmuştur.
Bilmiyorum baharın etkisiyle ben mi olaya fazla tozpembe bakıyorum, yoksa tozpembe bakmak için çok farklı gerekçelerim mi var? Bu kadar çelişkili cümleler üst üste nasıl kurulabiliyor bilmiyorum… Bildiğim, taze bir başlangıçla gür bir Bismillah ile yola çıkıp kendimiz için, ülkemiz için hayırlısını dilemek. (Buradaki hayır kelimesinden subliminal bir mesaj çıkaran kafası güzeller, ya yazıyı baştan bir daha okusunlar ya da en iyisi olaysız bir şekilde bu sayfayı terk etsinler(!)