Umuda kurşun işlemez…

İbrahim Çolak

Daha önce birkaç kez yazdım. Kendimi hatırladığım çocukluğumun ilk yıllarında, rahmetli annem, Kerime Nadir okurdu. Aradan otuz yıl geçti. Ben Ankara’ya geldim. Deliler gibi kitap okuyorum. Bir gün, sahafın birinde Kerime Nadir’in bir kitabı gözüme çarptı. Çocukluğumu hatırladım ve merak ettim. Annem Kerime Nadir kitaplarında ne buluyordu. (O dönemler anneciğim sağdı hala.) Sonra tuttum iki yıl içinde, Kerime Nadir’in bütün kitaplarını temin ettim ve okudum. Bu arada, K.Nadir’in bazı kitaplarını iki adet alıyordum. Biri kendime, diğerini de kargo ile anneme gönderiyordum.

Bayram süresince bana tahsis edilen odada duruyordu anneme –imzalayıp- gönderdiğim kitaplar. Dün gece hepsini masanın üzerine aldım. Üç yıl öncesinde annemin elleri bu sayfalara dokunmuş ve annem bunları okumuştu. Neler yazmışım diye baktım. İyi ki göndermiş, yazmış, annemle paylaşmışım dedim.

Evet, Kerime Nadir ne anlatıyordu. Günümüz edebiyat algılayışı açısından bakıldığında çok şey yok. Romanlarının hepsini okumuş biri olarak “ahlakçı” diyebilirim. Kırk kitapta bırakın yatağa girme sahnesi öpüşmek bile yok denilebilir. Derinlik yok ancak o günün şartlarında çok satmış. Dahası da var. Hemen hemen bütün romanları da iyi yönetmenler tarafından filme çekilmiş ve ağırlıklı olarak Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit oynamış başrollerini.

Ancak burada azıcık durup modernizme eleştiri de getirmek lazım. Bundan kırk yıl evvel, kırk roman yazmış ve bu kırk romanın hemen hepsi filme aktarılmış insanı bugünün genci hiç ama hiç bilmiyor, tanımıyor. Adını duymamış.

Burada şu dile gelebilir: Eserleri kaliteli olsaydı bize kadar ulaşırdı. Doğru bir yaklaşım olabilir. Ancak benim tespitim şu: Modern algı bize ne veriyor ve sunuyorsa bunun dışında bir şey bildiğimiz yok. Bu dün için Kerime Nadir, Oğuz Özdeş olur, yarın için İbrahim Çolak.

Bundan beş yıl kadar önce bir liseye sohbete gitmiştim. Gitmeden önce, okul müdürüne, “Hocam, on kişi olsun, okuyan yazan on kişi olsun bana yeter!” demiştim. Otuz kişi kadar vardı. Öğrencileri selamladım. Sonra, nereden aklıma geldiyse, öğrencilere sordum. “İçinizde Kerime Nadir’i tanıyan var mı? Bir öğrenci, çekine çekine elini kaldırmış, “Manken!” demişti.

Birkaç hasta ziyaretim oldu. Çok sevdiğim birinin durumu kötüydü. Şifa diledim, Rabbim sen her şeyin en güzelini bilirsin dedim ve dua ettim. Belki de son kez dokundum,  Hayri Hocamın, dünyalık ellerine. Sonra içimden, “Ötelerde görüşürüz inşallah!” dedim.

Sözü, Sakarya’da oturduğum yıllarda, yolumun üzerinde olan elektrik trafosu üzerinde yazılı, güzel bir duvar yazılarının biriyle bitireyim: “Gülüşüne kurşun sıksa da ölüm, unutma umuda kurşun işlemez gülüm.”

X

Ev konusu konuşulduğunda hep şu meseli hatırlarım.  Hz. İsa, dağda, ağaçların gölgesinde yaşayan birini ziyaret eder. Ona niçin ev yapmadığını sorar. Cevap manidardır. “Senden önceki peygambere çok yalvardım, kaç yıl yaşayacağımı Allah’a sorsun istedim. Allah lütfetti ve peygamberle cevap gönderdi. Yedi yüz yıl yaşayacakmışım. Düşündüm de bu kadarcık yıl için ev yapmaya değmez!”

Biz önce gönlümüzü ev yapalım, sonrası Allah Kerim.