Koronavirüs günlerinde gündemden kaçma çabasını bile değerli görüyorum. Kaçabilmek elbette mümkün değil, buna niyetlenmek bile bizi iyi yola yöneltebilir. Çünkü gündeme dair elde fazla bir malzeme çeşitliliği olmadığından fırsat bu fırsat deyip insanlarda kafa karışıklığı oluşturarak yeni bir toplumsal gerilimin peşine düşüyorlar.
Her şeyi bitirdik Ramazanın ertelenmesini gündeme getiriyorlar. Yazı yazarken ağzımı bozmak istemiyorum ama bunu tartışmak bile en hafifiyle mallıktır. Diyanette bir açıklama yapmak zorunda olduğundan 4-5 yaşındaki çocuğun anlayacağı şekilde Ramazan ayının neden ertelenemeyeceğini, hangi şartlarda orucun tutulamayacağını falan tane tane anlatıyor. Anlayacaklar mı elbette hayır. Orucun bağışıklık sistemine olumsuz bir etki yapmayı bırakın vücudu dengelerken bağışıklığı da güçlendirdiğini söyleyerek bazı doktor ve hocalarımız da bu tayfaya bilimsel açıklama yapmaya çalıyor.
Günün sonunda olacak olanı şimdiden söyleyeyim. Nasıl olsa önümüzdeki dönemde virüs zirveye ulaşacağından can kayıplarımız maalesef daha artacak. Elbette de bu Ramazan ayının içinde gerçekleşecek. Bu malum tayfada “Virüs ülkemize umrecilerle geldi, Ramazan ayında fakir halk bir de oruç tutunca zirveye ulaştı. Onlar ibadet edecek diye biz ölmek zorunda mıyız(!)” diyecek. Şimdi böyle dalga geçtiğimizi düşünüp yok artık diyebilirsiniz. Birkaç hafta içerisinde buna benzer sözleri duyunca bana hak vereceksiniz. Bunun ileri görüşlülükle falan bir alakası yok. Malum tayfanın mayasını çok iyi biliyoruz…
Malum tayfa falan deyince insanları ötekileştirerek bölüyorsun diyorlar ama ne yapalım. Bu virüsle birlikte kenetlendik, bir olduk, aynı kaderin etrafında birleştik masallarına inanmamızı isterken kendileri hep masal anlatan pozisyonunda kalıyorlar. Sosyal medya üzerinden dalga geçiyoruz ayağına içlerindeki nefreti kusmaktan geri kalmıyorlar. Önceki haftaya damga vuran Luppo muhabbetini bile içlerine sindiremediklerinden o adamla ilgili fakirlik üzerinden bir hikâye inşa ettiler. Elbette hikâye kısa sürede çöktü ama onlar oluşturmak istedikleri algıyı oluşturup malum tayfanın kafa konforunu bozmamış oldular. Nasıl olsa lafa geldiği zaman çok eğitimli olduklarından, bilime değer verdiklerinden bahseden malum tayfanın sazan gibi oltaya gelip, meselelerin aslını astarını araştırmadan atlama huylarını var. Bu algı operatörleri de en çok buna güveniyorlar. Ondan sonra işiniz yoksa saatlerce açıklama yapın meselenin aslı öyle değil deyin. Hiçbir şeyi onlardan daha iyi bilemezsiniz…
2020 yılında olmamıza rağmen akıllı telefon kullanmamanın bir nimet olduğunu bu virüs günlerinde daha iyi anladım. Birkaç ay önce elimdeki telefonda iyice bozulma aşamasına gelince artık bir akıllı telefon alayım diye niyetlenmiştim. Fakat bu virüs bitip gündelik hayatımıza yeniden dönesiye kadar bu telefon işini erteledim. Çünkü akıllı telefon olduğu zaman sosyal medya ve Whatsapp da oluşturulan gruplardaki dedikodulara ister istemez vakit ayıracaksınız. Saçma sapan haberleri, boş yorumları görünce insanın ister istemez canı sıkılıyor. Akıllı telefon olmayınca sosyal medyaya ulaşma bile bir emek istediğinden (en basitinden kalkıp bilgisayarın başına oturmak gerekiyor) çoğu zaman buna bile ihtiyaç duymuyorsun. Ülkedeki ve dünyada gerçek gündeme ise gazete ve TV kanallarından yapacağın karşılıklı okumayla ulaşabilmek mümkün. Diğer türlü gerçekten çok fazla boş konuşma ve dedikodu var…
Virüslü günlerde bir yandan evden çalışırken diğer yandan da İbrahim Tenekeci’nin kitaplarını okuyorum. Boş ve çok konuşmaktan, dedikodudan bahsetmişken kitapta eskilerin meseleye nasıl baktığıyla ilgili bir örneği de buraya almadan geçmeyelim: “Kastamonu’dayız. Seksen yaşındaki bir ümmiyi dinliyorum. Gençliğinde yaşadığı bir olayı anlatıyor. İnanılmaz bir hikâye. En heyecanlı yerinde ‘bu kadar yeter’ deyip ayağa kalkıyor. Sonra şunu söylüyor: ‘Uzun söz Kur’an’a yakışır.” Bu hikmetli tavır karşısında çaresiz kalıyor, gerisini de anlat diyemiyoruz. Gitti bizim hikâye!”