İnsanlık olarak pek çok konuda dibe vurduğumuz günleri yaşıyoruz. Gün geçmiyor ki; Türkiye gündemine kayıp, kaçırılmış, öldürülüp bir kenara atılmış çocuk haberleri gelmesin. İnsanoğlunun vahşiliğinin boyutlarını tahayyül etmek bile zor. Failler yakalansa bile, verilen cezalar caydırıcı olmadığından dolayı hadiselerin sonu gelmiyor. Durum sadece Türkiye'ye özgü bir durum mu? Hayır.
Dünya ölçeğinde değerlendirdiğimiz zaman, Türkiye'de yaşanan hadiseler buzdağının üzerinde çok az bir bölüm tutuyor. Asıl buzdağının sualtında kalan, görünmeyen yüzü; anne babası olmayan yada anne babasını ülkesindeki savaşta, iç karışıklıkta kaybetmiş olan, yani çocuğun kaybını dava edecek, izini sürecek bir hamisi olmayan çocukların durumu. Dünyadaki durumun çok daha kötü olduğunu ifade edebiliriz. Bugün Dünya üzerinde yaşanan en önemli problemlerden bir tanesi savaşlar, kaos ve kargaşa sebebiyle yurtlarından koparılmış, başka ülkelerde ya da kendi ülkesinin başka bölgelerinde yaşamak zorunda bırakılmış olan mülteciler sorunu.
İnsanlar uzay çağı diye adlandırılan dönemde bile hâlâ savaşların, soykırımların getirmiş olduğu kaos ve zulümlerden kaçmak için mülteci durumuna düşüyorlar. Bunu belki de sıcağı sıcağına yaşayan ülkelerin en başında Türkiye geliyor. Hemen güneyimizde dokuz yıldır devam eden Suriye hadisesinde beş milyon civarında kardeşimiz mülteci olarak ülkemize sığınmış durumda. Daha önceki Körfez Savaşı'nda yine binlerce Irak'lı ülkemize sığınmıştı. Bu milyonlarca mültecinin içerisinde 1. derece yakını olmayan minimum 300 bin civarında çocuk olduğu ifade ediliyor. Türkiye'nin Avrupa'ya sınır kapılarını açmasından sonra yada daha önceki kaçak göçler esnasında bu çocukların küçük bir kısmı Avrupa'ya geçtiler. Peki bu çocuklar Avrupa'da ne durumda? Sadece Suriye'li, Irak'lı çocuklar değil, Afrika'da iç karışıklıkların olduğu ülkelerden yine binlerce çocuk, Avrupalı birtakım dernek ve kuruluşlar tarafından toplanarak, Çad üzerinden Avrupa'ya yada Amerika'ya nakledildiği haberlerini alıyoruz. Bu çocukların akıbeti ne durumda?
Pandemi sürecinin başladığı günlerde, sadece Almanya'da 9000 civarında mülteci çocuğun kayıp olduğu haberi gelmişti. Bunun yanı sıra, Yunanistan'da, Fransa'da, Hollanda'da, İtalya'da ve İspanya'da yine sayıları binleri bulan kayıp mülteci çocuklar olduğu raporları haberlere yansımıştı. Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde kayıp olarak kayıtlara geçen bu çocukların neredeyse %90'ının Müslümanların çocukları olduğunu ifade edebiliriz. Yani kaybolan çocuklar ümmetin çocuklarıdır da diyebiliriz. Irak'lı, Suriye'li, Sudan'lı, Çad'lı, Libya'lı, Somali'li kayıp çocukların ne olduğu konusunda sadece tahminler yürütülebiliyor. Bu tahminler içerisinde birinci sırada; organ mafyası tarafından çocukların öldürülüp, organlarının, nakil bekleyen Avrupalı hastalara nakledildiği. Tabii bu konuda ciddi araştırmalar yapılamıyor. Zira hiçbir medeni!!! Avrupa'lı, böylesine bir insanlık suçunun ülkesinde işlendiğini kabul etmek veya bu suçu üstlenmek istemiyor. Dolayısıyla devletler, bu cinayetlere göz yummuş oluyorlar. İkinci tahmin, özellikle küçük kız çocuklarının çocuk pornosu ve fuhuş bataklığına sürüklendiği. Çünkü sağır sultan da biliyor ki; Avrupa ülkelerinde maalesef böyle bir iğrenç sektör oluşmuş durumda. Üçüncü tahmin ise; bu çocukların, çocuksuz Hristiyan ailelere para karşılığında satıldığı ve bu çocukların Hristiyanlaştırıldığı şeklinde. Tahmin diyoruz. Çünkü bu çocuklar herhangi bir yerde kayıtlı değil. Veya insan/çocuk haklarından, medeniyetten dem vuran Avrupa ülkeleri bu imajlarını yıkmamak için bu olayın üzerini örtmek ile meşguller.
Batı uygarlığının doymak bilmeyen sömürgeci iştihâsı, dünyaya sadece kan ve gözyaşı getiriyor. Yerlerinden yurtlarından ettikleri, anne babalarını öldürdükleri çocukları da kendi çıkarları, süfli amaçları için kullanmakta bir beis görmüyorlar. Coğrafî açıdan bize yakın olduğu için yada Türkiye'deki mültecilerin hedefinde ve rotasında olduğundan dolayı her ne kadar Avrupa'daki, "ümmetin kayıp çocukları" dikkatimizi çekse de ümmetin kayıp çocukları maalesef bu kadarla sınırlı değil. Yıllardır devam eden Arakan'lı Rohingya'lı Müslümanların dramı ve Myanmar güçlerinin bölgede devam eden katliamları neticesinde, yine binlerce Müslüman mülteci olmaya ülkelerini terk etmeye zorlanıyorlar. Arakan'lı ve Rohingya'lı binlerce çocuğun da yine kayıp olduğu haberleri geliyor. Bu çocukların da bölgedeki Budist insan tacirleri tarafından kaçırıldığı, batılı ülkelere satıldığı yada birtakım Uzakdoğu ülkelerinde fuhşa zorlandığı şeklinde haberler geliyor. Yıllardır Müslümanların kanayan bir yarası olan Doğu Türkistan'daki Türk ve Müslüman çocukların da aynı acı akıbet ile yüz yüze olduğunu ifade edebiliriz. Komünist Çin hükümeti, ailelerinden zorla kopardıkları çocukları, Çinli ailelerin yanına koymak suretiyle onların dinlerini değiştiriyorlar. "Doğu Türkistanlı çocuklar farklı ülkelere yada organ mafyalarına satılıyor", deniliyor.
Dünya üzerinde 1946'dan bu tarafa 74 yıldır güya faaliyet gösteren bir kuruluş var. Birleşmiş Milletler'in bünyesindeki UNICEF. Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu. Bu kuruluş dünya ülkelerinde ciddi miktarlarda bağışlar topluyor. Çocukların haklarını korumak için bağış ve destek topladıklarını iddia ediyorlar. Peki UNICEF, kayıp Müslüman çocuklar konusundan, ne kadar rahatsız? Öyle anlaşılıyor ki; mülteci çocukların dramını, Suriye'li, Yemen'li, Arakan'lı, Rohingya'lı, Sudan'lı, Doğu Türkistan'lı çocukların dramını kullanarak, batılı çocukların daha lüks ve konfor içerisinde yaşamasını temin için çalışmaktan öte bir gayretleri yok. UNICEF'in topladığı yardımlar, gerçek manada doğru kanalize edilip, amacına uygun kullanılmış olsaydı; bugün Avrupa'da 30 binden fazla kayıp mülteci çocuk olmaması gerekiyordu. Bugün Yemen'in, Sudan'ın çocuklarının açlıktan ölmemesi gerekiyordu. Arakan'lı, Rohingya'lı Müslüman çocukların diri diri yakılmaması, tavuklar gibi kafeslerde toplanıp, başka ülkelere satılmaması gerekiyordu. Doğu Türkistan'ın Müslüman Türk çocuklarının Çinlileştirilmesine göz yumulmaması gerekiyordu.
Her yıl süslü cümlelerle kutlanan, "Dünya Çocuk Hakları Günü" kayıp çocuklar gerçeğini kamufle etmek için kullanılan, bir göz boyamadan başka bir şey değildir. UNICEF, sadece Batı medeniyetinin, çocuklar üzerindeki iğrenç ellerinin ve emellerinin saklanması için oluşturulmuş bir vitrinden öteye geçmemektedir. Bu noktada devletimizin, Türkiye ile işbirliğine sıcak bakan Müslüman ülkelerle beraber, ümmetin çocuklarını, batılı çocuk tüccarlarının tasallutundan kurtarmak için yeni bir oluşuma gidip, ciddi adımlar atması gerekmektedir. Batılıların kuruluşları kendi çocuklarına hizmet etmekten öteye bir proje üretmemekte, bir program takip edememektedir. Batının ortaya koyduğu tüm değerler, sadece kendi menfaatlerine hizmet eden, en eşitlerin hakkını savunan anlayışın ürünüdür. Dünya üzerinde özellikle mülteci çocukların yaşama hakkının savunulabilmesi için çok daha ciddi Müslümanca organizasyonlara ihtiyaç var.
Türkiye'deki pek çok dernek, STK, Afrika ülkelerinde ya da iç karışıklıkların hüküm sürdüğü ülkelerde annesini babasını, birinci derece hâmisini kaybetmiş kimsesiz kalmış çocuklara sahip çıkabilme adına, yetimhaneler kuruyorlar. Ancak sadece Türkiye merkezli kuruluşların ulaşabildikleri ülkelerde, oluşturabildikleri kısmen pozitif şartlarda, kurmuş oldukları yetimhaneler, yapmış oldukları organizasyonlar, dünya üzerindeki mağdur ve mazlum çocuklarla kıyaslandığı zaman, devede kulak bile değildir. Bu konunun Müslüman devletler ölçeğinde ele alınıp, uluslararası çapta, büyük organizasyonlar olarak gerçekleştirilmesi gerekiyor.
Türkiye'deki bir çocuk istismarı söz konusu olduğu zaman bütün Müslümanları suçlayıcı bir dil kullanıp, buradan hareketle devleti yıpratma yoluna giden, Müslümanlara olmadık hakaretleri yapan içimizdeki Küreselci maşalarının, bu konuda sicili Türkiye'den çok daha kabarık olan, çok daha kötü durumda olan ağababaları batılı devletlere, hassaten İsrail'e karşı tek laf etmemeleri de ciddi anlamda ikiyüzlülüklerini ortaya koymaktadır. UNICEF'in, Türkiye'deki iyi niyet elçilerinin hangi isimler olduğuna baktığımızda bile bu ikiyüzlülüğün, göz boyamanın nasıl olduğu konusunda da fikir sahibi olabiliriz. UNICEF'in, Türkiye'deki iyi niyet elçileri içindeki bazı isimlerin, çocukların cinsel istismarı konusunda sicili bozuk kimselerden oluştuğunu görüyoruz.
Ümmetin çocuklarına sahip çıkmak, her bir Müslümanın görevidir. Bunu ister sivil toplum kuruluşları aracılığıyla yerine getirelim, ister daha üst organizasyonlarda çalışmalar yapalım, her Müslümanın bu konuya gönülden taraftar olması gerekmektedir. Tabii, ümmetin çocuklarının, LGBT bataklığında, inançsızlık bataklığında diri diri gömülmeye çalışılması konusu, başlı başına değerlendirilmesi gereken ayrı bir konu. Ama asgari müşterekte, ümmetin çocuklarının organ mafyalarına, fuhuş ve porno sektörlerine kurban verilmemesi için ve Hristiyan ailelere satılarak Hristiyanlaştırılmaması için, her Müslüman'ın elini taşın altına koyması, bu konuda sesini yükseltmesi gerekmektedir. Unutmayın ki bugün ümmetin çocuklarının yüz yüze kaldığı bu felaket, yarın bir gün, bu vahşete, iğrençliğe sessiz kalanları da kapsama potansiyeline sahiptir. Yarınlarda eyvah dememe adına bugünden harekete geçmemiz gerekiyor. İslam mücahedeyi, aksiyonerliği emretmektedir. Bugün gözümüzü kapattığımız problem, yarın paçamıza dolaşabilir...