Bugünkü yazımda yazacaklarım uluslararası hukuk çerçevesinde yaşanılan meseleler olmadığı için yazımın içeriği de diplomatik işleyiş ve uluslararası teamüller çerçevesinde olmayacak. İsrail’in yıllardır Gazze’de yaptığı zulüm uluslararası kamuoyunun hiç dikkatini çekmediğini göz ününe alırsak bundan sonrası için diplomasinin yöntemleriyle oluşacak bir çözümden de bahsedemeyiz. Dolayısıyla bu noktada bir yazı yazmanın dahi anlamsız olduğunu düşünüyorum. Bir Uluslararası İlişkilerci olarak bu söylediğim beni üzmekte. Uluslararası sistem geçmişte Hitler’in yaptığı hatalar yüzünden tavizkar davrandığı İsrail’i dünyanın ve özellikle de bölgemizin başına bir şımarık çocuk olarak yetiştirmiştir. İsrail şımarıklık eşiğini çoktan aşarak artık kendisine terör devleti denilmesi noktasına kadar gelmiştir. Şimdi de bu şımarık çocuğun yaptığı zulümleri görmezden gelerek yeni soykırımlara taviz veriyor. Bölgemiz ülkelerinin Arap Baharı öncesindeki -pervasız ve fildişi kulelerde yaşayan- liderlerinin de sorumsuz politikalarıyla İsrail yıllardır Müslümanları öldürmekten usanır noktaya geldi.
Arap Uyanışı hareketlerine ben bu noktada ciddi önem veriyorum. Mısır’da iktidara gelen M. Mursi gibi halkının desteğini almış liderlerle birlikte -özellikle Mısır’ın Gazze meselesindeki stratejik önemini göz önüne alırsak- geçmiştekinden çok daha farklı bir süreç yaşanacaktır. Gazze sorununa dair en can yakıcı olaylardan biri çağın firavunu H. Mübarek’in Refah sınır kapısını kapatarak Müslüman Gazzeliler’in İsrail’in elinde hapis kalmasına sebep olmasıydı. Artık bu sorunun uyanış sürecinin sonuçlanmasıyla birlikte ortadan kalkacağını söyleyebilirim. Ancak süre henüz tamamlanmadığı için İsrail bölgede son çırpınışlarını yapıyor. İsrail’in bölge insanına yönelik zulmüne gerçek manada ses çıkartan ülke sadece Türkiye iken şu son saldırılarda Mısır’ın da olaya dahil olarak İsrail’i şiddetli bir şekilde kınadığına ve uyardığına şahit olduk. Bu dahi gür bir ses olma noktasında ciddi bir gelişmedir diyebilirim.
Uluslararası camianın samimiyetsiz ve riyakâr tutumuna karşılık Müslümanların uluslararası mecralarda soruna çözüm bulabileceğini şu günümüz konjonktüründe pek mümkün görmüyorum. Bu noktada yapılması gereken dua etmektir. Dualarımızı Filistinli, Gazzeli kardeşlerimizin dualarına ekleyerek onlara tek sığınağımızdan yardım dilemeliyiz.
Dikkat çekici bir nokta da şu ki, tüm dünyada zulme maruz kalanların yüksek bir çoğunluğunun Müslüman olması da manidardır. Arakan olayları bitmeden Suriye, Suriye bitmeden Gazze, Gazze olayları bitmeden Bağdat, Türkiye… Müslümanlar dünyanın ‘öteki’ mahiyetindeler ve Müslümanların uğradığı zulümlerin uluslararası bir karşılığı olmuyor. Bu çifte standart uluslararası sistemin güven aralığını da ortaya koyuyor.