Arap Uyanışı sürecinde yetkiyi halka devretmek istemeyen diktatörlerin kanlı müdahaleleri sonrasında uluslararası örgütlerin tavırları en çok tartışılan konulardan birisi oldu. NATO ve BM’nin Libya’daki tutum ile Suriye’deki tutumları birbiri ile taban tabana zıt. Ortadaki bu ciddi paradoks ortaya samimiyetsiz bir uluslararası sistem doğuruyor. Ülkeler dış politikalarını ne yazık ki evrensel doğrulara ve dik duruşlara göre değil reelpolitiğe ve ‘çıkar’lara göre belirliyorlar. Böyle olunca da bu tip ciddi paradokslar oluşabiliyor.
Türkiye’nin bu paradokstan uzak olduğunu ve sorunlara ve sorumlularına dair dik bir duruş sergilediğini söyleyebiliriz. Fakat bu durumda dahi eleştiriler olabilmekte. Başbakan Erdoğan’ın çıkışlarını fevri ve sert olduğu yönünde eleştiriler yapılıyor. Ancak ben bu noktada bu eleştirileri yapanların dış politikaya dair beklentilerinin öncelikle ‘çıkar’ olduğunu söyleyebilirim. Bu noktada çıkar penceresinden biraz uzaklaşıp evrensel doğrulara ve insan haklarına dayanan bir bakış sergilemeliyiz. Bunu sergilemeyen iktidarlar veya devletler varsa bunlarla mücadele etmeliyiz. Türk dış politikasının bu idealist çizgisi özellikle küresel güçlere örnek olmalıdır.
Dış politikanın ‘çıkar’lara göre mi yoksa evrensel doğrulara göre mi olacağını tartışmaktansa daha doğru bir tartışma yapılmalı. Bu tartışmanın konusu da tüm dünyayı yöneten BM’nin neden beş devlet tarafından yönetildiği sorunsalı olmalıdır. Türkiye hükümeti bu konuyu sık sık söylemlerinde kullanarak gündemde tutmaya çalışıyor. Fakat küresel mahiyette bir itiraz gür bir şekilde dile getirilmediği için bu antidemokratik düzen sürüp gidiyor. Ondan sonra da Gazze meselesinde olduğu gibi, yine Arakan meselesinde olduğu gibi dünyanın gözleri önünde sayısız katliam olur ve bu katliamlara karşılık suçlu olan devlete hiçbir yaptırım uygulanmaz. Arap Baharı, İran’ın demokratikleşmesi, Çin’in demokratikleşmesi, Güney Amerika ülkelerinin demokratikleşmesi, Türkiye’nin biraz daha demokratikleşmesi bunların hepsi dünyada huzur için şart fakat BM demokratik olmazsa tüm bunlar anlamsız kalır. Dünyayı bir devlete benzetecek olursak; daha çok antidemokratik bir devlet olarak tanımlamamız gerekir. Çünkü beş tane devlet tüm dünyayı kendi çıkarları çerçevesinde yönetiyor. Böylelikle dünya bu beş devletin tiranlığına dönüşüyor. Bazen öyle durumlar oluyor ki bu beş devlet uzlaşamadığı için BM mekanizması tıkanıyor ve yönetilemez hale geliyor. Beş daimi üye olan; ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere’nin içerisinden herhangi birisinin veto ettiği bir karar BM Güvenlik Konseyi’nden geçemez. Bu yapı da karar almanın imkânsız olduğu bir sistemi beraberinde getiriyor.
Artık yeni bir söz söylemenin, yeni bir uluslararası sistem kurmanın zamanı geldi. Bu sadece Türkiye’nin söylemleriyle gündemde kalamaz. Bu sistemin yok saydığı dünyadaki -bu beş ülke dışındaki- tüm ülkeler buna itiraz edebilmeliler. Güvenlik Konseyi’nin yetkilerini derhal BM Genel Kurulu’na devretmesi ve Genel Kurul’un bir meclis gibi çalışarak küreselleşen dünyayı yönetmesi gerekir. Bölgesel sorunlarla ilgilenecek yeni ve sorumluluk sahibi yeni kurumlar kurularak bölgelerin sorunlarına dair BM içerisinde çözüm aranmalıdır. Bugünkü düzende BM’den herhangi bir konuyu çözmesini beklemek biraz hayalcilik olacaktır. Çözdükleri veya çözecekleri konular da olmaktadır elbette ama bu noktada da temel dayanak bu beş daimi üyenin ulusal çıkarları olmaktadır. Sisteme dair yapılması gereken birinci eleştiri bu olmalı ve bu sorunun düzeltilmesi için bir an önce kollar sıvanmalıdır. Son Suriye meselesinde Çin ve Rusya’nın katil Esed’e verdikleri taviz yüzünden ölen her bir çocuğun vebali bu konuyu gündeme getirmeyen devlet başkanlarının üstündedir.