Bir süredir açığa çıkmıştır ki, Chp’de iki kanat var. Biri, kemikleşmiş ulusalcılardır. Diğeri ise, zihniyet olarak malum terör örgütüne yakın duran yenilikçilerdir. Terör örgütüne yakınlık “yenilikçilik” değildir elbette. Türk ulusalcılığına değil de Kürt milliyetçiliğine yakın olduklarını ifade etmeye çalışıyorum. Onlara “yenilikçi” denmesi yalnızca zamansal bir olaydır, Sayın K. K. ile birlikte içeriye yeni girmiş olmalarından kaynaklanıyor. O günden beri bu yeni kanatla kronik eskiciler arasında yeraltında şiddetle devam edip gelen ciddî çatışmalar yaşanıyor. Sayın K. K.’nın işi çok zor. Çünkü chp içinde mayası tutmamıştır, tutacağından da hiç emin değiliz.
Nedir o açıklama, daha doğrusu “geğirme”? Ardıyla birlikte verelim:
“Türk milliyeti ile Kürt milliyetini eşit tutamayız. Biz şu anda meşru müdafaa halindeyiz. Haklı olarak saldırıya geçeceğiz.”
Reel duruma bakılırsa, milliyetçilik ile ulusalcılık özünde aynıdır. Ulusalcılık kavramı yenidir ve içinden dinin tümüyle veya kısmen çıkarıldığı bir milliyetçilik kavramını ifade eder. Bugün hepsi özdeşleşmiştir. Yanlış anlaşılmasın. Kendi çaplarında dindar da olabilirler; ancak bugün chp’nin ortalama yüzde sekseni hakikî ulusalcıdır.
Şimdi, mhp, chp ve İşçi Partisi, B. Ayman Güler’in o açıklamaları karşısında koro halinde sevinç çığlıkları atıyorlar. Zaten uzun zamandır tek vücut olmuş halde aynı cephede savaşıyorlar. Artık chp’den Birgül Ayman gibi herhangi bir ulusalcı, bir Perinçekçi ve bir Bahçelici (!) arasında ufacık bir bir aksan farkı bile kalmamıştır. Doğrunun en büyük işlevlerinden biri, etrafındaki bütün yanlışları karşısına alıp aynı safta toplamasıdır.
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluş felsefesi açısından nasyonalisttir. Başından itibaren bütün örgün eğitimde çocukların bilinçaltına yüksek sesle ve aralıksız pompalanan söylemlerin hemen hepsi “bol tekrar”dan dolayı “normal” görünen sert ırkçı klişelerdir. Örneğin Almanya’da eğitim bakanlığı her sabah çocukları okulların önünde toplayarak esas duruşta “Ne Mutlu Alman’ım Diyene!” diye bağırtmaya başlasa, bizzat Avrupa Birliği’nin yönetim mekanizmaları tarafından ırkçılık yaptığı gerekçesiyle dünyaya rezil edilirler. Oraya gidip de bir okul önünde böyle bir manzaraya rastlayan herkes tiksinti duyar; ama bunu biz yapınca ve altı yaşından itibaren her gün yapınca, içimize iyice yerleşen bir yanlışlığa karşı bağışıklık kazanmış oluyoruz, alışmış oluyoruz, artık bize normal görünüyor... Gazi Mustafa Kemal’in sağlığında gerekli sayılan bu ve benzeri söylemler sonradan bağlamından koparılarak fena halde istismar edilmiş ve bu beceriksiz istismarlar uzun vadede etnik çatışmaları ve terörün ürediği bataklığı oluşturan ana faktör olmuştur. Bunda, hiçbir kuşku yoktur.
Neyse ki, son yıllarda Millî Eğitim’de en azından programları ve ders içerikleri değişmeye başlamıştır. Bu güzel bir şey! Çünkü ülkede on yıllarca iktidarda kalsanız bile, eğitim sisteminin amaçladığı insan formatını değiştiremediğiniz sürece o sistemin ürettiği bir sonraki nesil gelip sizi afiyetle yer yutar, bir gözdağı olarak geride kalanların üstüne de geğirir.