ULUSAL EGEMENLİK, HALK EGEMENLİĞİ

Prof. Dr. Önder Kutlu

Geçen hafta, 23 Nisan dolayısıyla çok konuştuğumuz bir kavram ‘ulusal egemenlik’. Ama bir de ‘halk egemenliği’ kavramı var. Çoğu zaman ikisi birbiriyle karıştırılır, bazen birbiri yerine kullanılırlar. Oysa aralarında çok temel farklılıklar var. Birileri, ulusal egemenlik kavramını, milli egemenlik olarak sunarak bizi bilerek ve isteyerek yanıltırlar.

Bugün hasbihal edeceğimiz konunun geçen hafta ele alınmasının daha doğru olacağını söyleyebilirsiniz. Ama ‘Bayram havası’ içinde bu meseleyi ele almak istemedim. Neticede Kurtuluş Savaşı’nın başlatılmasında önemli bir tarih. Hatimlerle, dualarla açılan bir TBMM. Ülke için önemli bir gün.

Ancak, meselenin başkaca boyutları da var. Onlar da değerlendirilmeli. Sorgulamadan kabullendiğimiz kelime ve kavramlar aslında demokratikleşme ve hak ve özgürlüklerin yaygınlaştırılması noktasında çok problemli.

Asıl konumuza gelirsek; ulus ve ulusal egemenlik kavramları Fransız İhtilali ile gündeme gelen terimler. Yapılan özel bir tanımla ‘ulus’ kavramı kutsallaştırılmakla, ‘halktan’ uzak bir içerik geliştirilmiştir.

Ulus ve halk kavramlarına farklı anlamlar ithaf ederek, adeta burjuvazinin yani hâkim sınıfın söylemi tüm topluma dayatılmaktadır.

Ulus şu şekilde tanımlanır: ‘Geçmişte birlikte yaşamış, bugün birlikte olan ve gelecekte de birlikte yaşama azim ve iradesine sahip ve ortak bir takım değerleri bulunan topluluk’. Tanımda dört faktör göze çarpıyor: Geçmiş, bugün, yarın ve ortak değerler.

Geçmişi ve geleceği bugünden tayin etmemiz mümkün değil. Değerler de aynı şekilde. Kontrolümüz dışında. Sadece bugünü kontrol bilebiliriz ve tanımlayabiliriz. O da şu an yaşayan insanlar, halktır.

Ulusal irade geçmişin, bugünün ve geleceğin ipoteği altındadır. Bugünkü insanların irade ve taleplerinden ötedir o. Bu nedenle Anayasada değiştirilemeyecek maddeler bulunur. O maddelerin, geçmiş, bugün ve yarının ortak iradesiyle şekillendiğini, her isteyen insanın veya belli bir dönemdeki belki tüm insanların iradesiyle bile değiştirilmesinin mümkün olmadığını, savunurlar.

‘Ulusal Egemenlik Bayramı’ ismi bu nedenle problemli. ‘Millet egemenliği’ dense, ‘halk egemenliği’ dense lafımız olmaz. Toplum kendiyle ilgili konularda, bizce doğru ya da yanlış olsa da, kendi karar verebilir. Vermesi beklenir.

Ama düşünün ki, bütün bir toplum bir anayasa maddesini değiştirmek istiyor, ama değiştiremiyor. Değiştirilmesini teklif dahi edemiyor. Çünkü o madde geçmişin ve geleceğin ‘ipoteği’ altında.

Olacak iş değil. Kırk sene, elli sene önce anayasa yapanlar bizim irademizi ipotek altına alabiliyorlar. ‘Biz öldükten sonra da değiştiremezsiniz bu maddeleri’ diyorlar. Geçenlerde Fakültede misafirimiz olan tarihçi Yavuz Bahadıroğlu: ‘Ölenleri öldürmeden tarihi doğru okuyamayız’ demişti. Ben de katılıyorum. Ölenler öldürülmeli, kalanlar daha akıllıca kararlar vermeli.

Ölüler, bizi yönetmemeli. O zaman Hz Peygambere ‘atalarımızın dinlerini nasıl terk ederiz’ diyenlerin durumuna düşme tehlikemiz var. Bizim de aklımız, fikrimiz var. Biz de irade sahibiyiz. Onlar öyle yaptıysa, biz de aynısını yapmak zorunda değiliz.

Türkiye 7 Haziran seçimlerinden sonra mecburen yeni anayasa meselesine yoğunlaşacak. Farklı fikirler ve görüşler tartışılacak. O ortamda ulus ve ulusal irade kavramlarını da tartışmalıyız. Bize göre değil, bu kavramlar. Halk egemenliğine dönmeden demokratikleşmemiz, hak ve özgürlüklerin yaygınlaştırılması mümkün olmaz.

Halk, ‘belli bir anda bir ülkede yaşayan tüm insanlardır’. Sarılmamız gereken kavram ‘halk’. Zira ‘ulusal egemenlik’ çoğunluğun egemenliği değil. Ülkede toplumun ve kamuoyunun ‘genel kanaati’. Bir başka ifadeyle toplumun elitleri, güç sahipleri, ekonomik kaynakları kontrol edenler, yani burjuvazi ne diyorsa doğru odur.

‘Altını olan kuralı koyar’ mantığı.

Biz buna izin veremeyiz. Velev ki ‘cahil olsun, yoksul olsun, iyi düşünemesin’ halk kendisiyle ilgili kararı kendisi vermelidir. Cenâb-ı Allah insana iyiyi ve kötüyü seçme imkânı veriyor da biz niçin karşı çıkıyoruz?

Umut ediyoruz ki Türkiye, bu yanılgısından vazgeçer. Halkı, toplumu ve karşımızda ‘et ve beden’ olarak duran insanları muhatap almak gerekir, diye düşünüyoruz.

Seneye tekrar bu meseleyi konuşmak zorunda kalmamalıyız.