Rus saldırısının hemen öncesinde ve sonrasında gerçekleşen batı merakı Ukraynalıları oldukça memnun etmişti.
Kendilerine verilen desteğin mahiyetini kısa zaman içinde gördüler. NATO’nun asıl amacının İsveç ve Finlandiya’yı elde etmek olduğunu fark ettiler.
Verilen destek tavsamışa benzese de Ukraynalılara karşı ilgi ve alakada bir azalma olmadı. Aksine İngiltere ve Almanya başta olmak üzere Avrupalı bütün devletler oldukça sıcak ilgi gösteriyorlar.
Misafir Profesör olarak geldiğim İngiltere’de bunu net bir şekilde fark ettim.
Ukraynalılar için özel bir program bile başlatmışlar.
Havaalanında ‘AB’, ‘diğer ülke vatandaşları’ şeklinde var olan kapılara bir yenisini eklemek suretiyle, ‘Ukrayna kapısı’ oluşturup bu topluma özel ilgi ve alaka göstermekteler.
İngiltere’ye çok ciddi sayıda Ukraynalı girişi olmuş. Hatta Türk vatandaşlarına normal şartlarda iki haftada verilen vize, Ukraynalılara öncelik vermeleri nedeniyle 8 – 10 haftaya kadar uzamaya başlamış.
Ufukları olan devletler böyle yaparlar: Ezilen, baskı altında olan toplumlara zor günlerinde yardım eder görünmekle kalmaz, kendi ülkelerinde o ülkenin diaspora da oluştururlar.
Yetmedi, ucuz ve nitelikli işgücü ihtiyacını bu kaynaktan giderirler. İngiltere’de belki milyonlarca yaşlı insan pandemi nedeniyle hayatını kaybetti. Kaybolan nüfusu genç, üretken, kendilerine benzeyen insanlarla dolduruyorlar bugün.
Kovana çomak sokup, arıları kovanlarından çıkardılar. Şimdi ‘ana arıyı’ yakaladılar; ‘işçi’ arıları çalıştırıyorlar.
Osmanlı da bunu çok güzel biçimde yapmıştı. İsveç ve Polonya işgal edilip, bura halkları devletsiz kalınca koruma kalkanını devreye sokmuşlardı.
İsveç kralı Demirbaş Şarl, mesela, Osmanlı himayesi altında uzunca süre İstanbul’da yaşadı. Hatta bu süre o kadar uzadı ki, kendisi devletin ‘demirbaş defterine’ kaydedildi. Ondandır ismindeki demirbaş eki.
Polonya hakeza aynı muameleyi gördü de İstanbul’a yerleştirilen Polonyalılar için Polonezköy isimli bir yerleşim yeri oluşturuldu.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya’da yeni bir hikâye oluşmuştu. Berlin’in doğusu Sovyetler, batısı ise Müttefikler tarafından işgal edilerek ülke resmen ve fiilen ikiye bölünmüştü.
1946’da gerçekleşen bu bölünme 1989’a kadar devam etti.
Ukrayna’nın da ilerleyen safhada doğu-batı şeklinde bir bölünmeye tabi tutulacağını net biçimde görebiliyoruz. Bu kez ABD ve batı bölünmede sınırı Berlin’den Rusya’nın yanı başına kadar taşıdı. Bu onlar açısından bir başarı.
Rusya, düşmanını kendi sınırında karşılamak zorunda.
Velhasıl, Ukrayna’nın sulha ve selamete kavuşamayacağını bugün bu ülke vatandaşlarına karşı olan batı merakından anlıyoruz.
İşgal döneminde kendi kontrollerinde bir Ukrayna lobisi oluşturup, bunun üzerinden Rusya ile ilişki kurmak istiyorlar.
Benzer adımları Irak ve Afganistan işgal edildiğinde, 2001 sonrasında attılar. Suriye savaşından sonra yine aynısı yapıldı. Bu ülkelerin huzura kavuşması da zor görünüyor.
İngiltere yabana atılacak bir aktör değil. Hareketlerini takip etmek doğru çözümlemeler getirebilir.
Savaş kısa sürede bitmeyecek ve eski hale dönülmeyecek. Öyle olsaydı İngilizler Ukraynalılara bu kadar ehemmiyet vermezdi. Sonuçta Slav ve Ortodoks bir toplum. İçlerine kadar alıyorlar; hem de büyük bir iştahla.
Savaşan toplumların ‘kaymak’ tabakaları ‘aslan payına’ göre dağıtılıyor: En maharetlilerini ABD, Kanada, İngiltere sonrasında Almanya ve batı Avrupa, en düşük seviyede olanlar ise Türkiye, Ürdün vs. gibi ülkelerin payına düşüyor.
Eğitimsiz Suriyeli ve Afganlıları bulunca seviniyoruz; işgücü eksikliğimizi gideriyor demek suretiyle…
İngiltere ile ilgili gözlemlerimizi aktarmaya devam edeceğiz.
Dünyada dengeler değişiyor, yeni ittifaklar ve yeni düşmanlıklar üretiliyor.
Ülkemiz bu denklemlerin pek çoğunda önemli bir yere sahip.
Hazırlıklı olmalıyız…