Bir gün Allah'ın Resulü, beraberlerinde hilm âlemi yüce Sıddık Hz. Ebu Bekir, adalet güneşi Hz. Ömer, hayâ ve edep incisi Hz. Osman (r.a) bulunduğu halde Uhud dağına çıktılar. Dağ şevkinden titredi. Âlemin Fahri mübarek ayaklarıyla dağa vurup hitap ettiler:
- Dur, ya Uhud! Senin üzerinde bir Nebi, bir Sıddık ve iki şehid var!
Ve dağ hemen sakinleşti... Bu mucizede, dağın hareket ve sonra sükûnetine ait harikuladan başka Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman'ın ileride şehit olacaklarını keşfetmek fevkaladeliği vardı... İşte Uhud bu! Ah! Uhud, ah çeşm-i cihan…
Daha levh-i mahfûz ve kalem yok iken ve gökyüzü daha yükseltilmemiş iken O, vardı.
O’nun nuru, annesinden zuhur edinceye kadar yıldızların burçlarında dolaşmaya devam etti. 1400 küsur sene insanlık, insanlar arasında yürüyen bir bahar! Muhammed-i ruhtan giderek uzaklaşıyor. İnsanlığın iksiri olan muhabbetin yerini nefret, rahmetin yerini şiddet, huzurun yerini gözyaşı ve zulüm almışsa, Peygamberler semasının Güneşi Resulullah'ın haneyi saadetinden bir iz taşımıyorsa yuvan o halde sen hangi kutlu doğumu kutluyorsun? Yarın ruz-i mahşerde Ahmed-i Muhtar’ın güneş cemaline nasıl bakacaksın? Cennette elinde altın bir tasla, kevser ırmağının başında ümmetini bekleyen kutlu Nebi’yi sen hayatına ne kadar soktun? Heyhat!!! Veda hutbesini anlamayan gafil! Makam, mevkii, şan-şöhret, servet ve menfaattan başka bir şey düşünmeyen hilekâr madrabaz, faiz sende, tüyü bitmemiş yetimin hakkını yeme sende, yalan sende, “edep kitaplarda kalmıştı”, şimdi ise “masallarda kaldı”, uzaktan yakından maddî ve manevî değerlerinle hiç alâkası olmayan, insanları sömürme amaçlı, kapitalist sistemin uydurduğu ; “Yılbaşı, sevgililer günü, kadınlar günü, yaş günü, analar günü, babalar günü, bilmem ne günü... ” sayda say, kutlayan yine sen. Senenin her günü her ânı, anma günleri ile dolu. Dar bir merasim türünden bir mevlid, birkaç paket şeker ve birkaç şişe koku ile mevlid olur mu? Sen Kutlu Doğumda O'nun nûr-efşan veda mesajından ne anladın? Cennet'in beratını cebinde zanneden çilesiz, dertsiz, her şeyden tasasız Peygamber Ahlakından fersah fersah uzak Müslüman nereye?! Madenleri, petrolleri ve nâmusları paylaşılmış siyonizm’in kıskacında çırpınan gafil bir İslâm Alemi, böyle perişan böyle zelil yaşamaktansa saklandığı mağarayı saran örümcek olsaydık. Belki bu daha şerefli olurdu. Ahiret yurduna vardığında, seni kim karşılar, O haris gülef-şan elleriyle gül eker mi saçlarına O nebi? Caminin duvarında süsleyip levhalara terk ettiğin İslam'ı gönlüne indirmek için daha ne bekliyorsun? Ay eğilip secde ederken gecenin karanlık seccadesi üzerinde, ilahi esintilerin kalpleri okşadığı bu gecede bir fisun gibi fışkırır belki eğilen alnından ey Müslüman! Eğil sende! İnce bir ayçiçeği gibi başını güneşe doğru uzatan!, yüzünü sür toprağa, sana yaklaşmaya çalışan yıldızlar kıskansın, kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik! Her tevbe yeni bir diriliştir, ey insan! Gaybı bilen, ayıpları örten Settar ve Rauf Allah'a dönüş yap!, Hâr içinde biten gonca güle minnet eyleme ey Müslüman! Zerrece tamah etme şu dünyanın varına, rızkını veren hüdadır, kula minnet eyleme! Gül bahçesine girenler gül kokarlar. Sen Uhud dağının çocuğusun, Olimpos dağının çocuğu gibi yaşayamazsın. Cenneti istiyorsan istenilen şekilde yaşa, Cehennemi istiyorsan istediğin gibi yaşa.! Titre ve aslına dön! Bil ki, Olimpos dağının çocukları, Uhud dağının evlatlarını asla kabullenemeyecektir. Ve bir sabah daha uyandırıldın. Bir şans daha verildi belki tevbe eder hamd edersin diye! Eliyle kevser havuzu başında eliyle su içirmek için seni bekleyen O ki, o yüzden varız. O’nun bastığı ayak izlerini takip eden, O’nun aşkı ile rızıklanır. İşte o zaman o kandil olur. İşte o ki, bayram odur!
Eğer muhabbetin sonunu Allah’a bağlamamışsak boş konuşmuşuz demektir.
Bizi kendisiyle meşgul eden Celal ve Kerem sahibi Allah’a hamd olsun,
Adını gizliden söyleyeni parçalayan, açıktan söyleyeni yakıp kavuran güzel!
Nar-ı hicranda kalmış canımızın cananı Resul-i Kibriya’ya, meleklerin, yıldızların adedince salât ve selam olsun.
Selam sana ey Uhud dağı…