Türkiye uzunca süre, Ak Parti’nin kurulurken getirdiği, Üç Dönem Kuralı’nın uygulanıp, uygulanmayacağını merak etti. Parti yetkilileri her ne kadar kuraldan dönüşün söz konusu olmayacağını ifade etseler de toplum neticeyi görmek istedi. Altmış beş yıllık çok partili demokrasi tarihinde bu türden bir uygulama ilk kez hayata geçirildi. Siyasetçiler, kendi kararlarıyla, siyasetten uzak kalmayı kabullendiler.
‘Soru’, 7 Nisan günü cevabını buldu; Üç Dönem Kuralı tavizsiz uygulamaya konuldu. Bu Türk demokrasi tarihi açısından kayda değer bir gelişme anlamına geliyor. Çünkü toplum olarak, özellikle siyasi makamlara bağlanıp, kalma gibi bir zafiyetimiz var. Siyasette yukarı kademelere doğru çıkıldıkça koltuk daha ‘tatlı’ hale geliyor. Doksanına merdiven dayayan bir kısım siyasetçilerin siyaseti bırakmama konusundaki dirençleri bunun en bariz delilidir.
Bugün konumuz bu değil. Siyaset ve koltuk merakı psiko-sosyal bir hadise. Merak ettiğimiz asıl mesele Ak Parti’de bu kurala takılan vekillerin bundan sonraki dönemde ne yapacakları, kamu görevi üstlenmeye devam edip, etmeyecekleri hususu. Son on üç yıllık dönemde Türkiye’nin tecrübe ettiği gelişime sadece şahitlik etmekle kalmayıp, o dönüşümde bizzat rol alan kadroların durumu doğal olarak merak ediliyor.
Peki, ne yapacaklar bu insanlar? Devlet ve siyasiler mezkûr vekillerin tecrübelerinden yararlanmaya devam edecekler mi?
Kanaatimce bu vekillerden, performanslarından memnun olunan ve hassaten kamu görevlisi iken siyasete girenlerden, farklı statülerde yararlanılmaya devam edilecek. Üç Dönemliklerin durumunu dört kategoride ifade etmek mümkün: Kendi işine, gücüne ve özel hayatına dönecekler; Ak Parti Genel Merkezinde görev verilecekler; Hükümetle beraber çalışmaya devam edecekler; Cumhurbaşkanlığı Sarayında görevlendirilecekler.
Birinci kategoride bulunan vekillerden bir kısmı siyaseti bırakacak, kendi özel hayatlarına dönecekler. Bunları iki grupta değerlendirmek mümkün: Bir bölümü kendi iradesiyle siyaseti bırakacak; bir bölümü ise performansları nedeniyle siyaset dışına itilecek.
Kendi iradeleriyle bırakanlar belki uzun yıllardır siyasette olmaları, belki sağlık nedenleri belki de başkaca uğraşlara yönelebilmek için TBMM ve siyaset defterini kapatacaklar. Bu kategoride çok vekil var. Kamuoyu da onların ‘kenara’ çekilmelerini istiyor. Cemil Çiçek, Bülent Arınç gibi milletvekillerini son 40 yıldır hep siyasetle beraber andık. Topluma çok faydalı hizmetler yürütmüş olsalar bile her şeyin bir miadı olmalı. Onlar da yoruldu, millet de.
İkinci grup, performans düşüklüğü sergileyen vekillerden oluşuyor. Uzunca süredir milletvekilliği yapmaları nedeniyle dinamizmlerini kaybeden, yorulan ve yıpranan vekiller siyaseti zorunlu olarak bırakacaklar. Az sayıda vekil belki başka partilerde siyasete devam etmek isteyebilir, ama en azından Ak Parti saflarındaki siyasi kariyerleri bitecek. SP bu vekillere açık bir çağrı da yaptı zaten. Bunlar üç dönem kuralına takılmasalar da yeniden vekil adayı gösterilmeyeceklerdi.
İkinci kategoridekilere Ak Parti Genel Merkezinde görev tevdi edilecek. Genel Başkan Yardımcılığı, MKYK üyeliği, danışman, müşavir türü kadrolarda istihdam edilecek ‘kıdemli’ vekiller siyaseti parlamento dışında devam ettirecekler. Bunlar, ya tecrübe ve bilgi birikimleri nedeniyle ‘vazgeçilemeyecek’ olanlardır ya da başka siyasi oluşumlara ‘kaptırılmak’ istenmeyen milletvekilleridir.
Üçüncü kategori hükümetle çalışmaya devam edecek milletvekillerinden oluşuyor. Bu sınıftan sayılabilecek olanlar özellikle kamudan gelen, belki henüz emeklilik hakkını bile elde edemeyen milletvekilleridir. Bakan yardımcılığı, başbakanlık müşavirliği, valilik, büyükelçilik, yüksek temsilcilik, düzenleyici kurum başkanlığı gibi görevler ile müstakil ve belli ölçüde özerk birimlerin sorumlulukları kendilerine tevdi edilecek.
Türkiye buna hazırlansa iyi olur. Şimdiye kadar Türkiye’de bu konuyu kimse gündeme taşımadı. Kanaatimce bu konuda Cumhurbaşkanı ve Başbakan nezdinde üstü kapalı bir uzlaşma var. İlerleyen dönemlerde bu meseleyi ayrıca konuşmamız gerekir.
Ülkemizdeki Başkanlık sistemi tartışmaları sadece Cumhurbaşkanı ve Başbakanın pozisyonları ile alakalı değil. Kimse bu konuya girmek istemiyor ama yeni dönemde, üst düzey bürokratik makamların siyasi tercihlere göre doldurulması, kaçınılmaz bir sonuç. Zira Başkanlık sistemi uygulanan ABD’de 20 bin civarında üst düzey federal bürokrat başkanla gelir, başkanla gider. Üst düzey yöneticilik kadroları tamamen siyasi kadrolardır.
‘Üç dönemdir TBMM’de görev yapan, yasa çıkaran, bütçe tahsis eden, memleketin en hassas meselelerinde aktif bir şekilde rol alan bir milletvekilinin valilik yapması, büyükelçi olarak ülkemizi yurt dışında temsil etmesi özünde yadırganacak bir durum olmaz’ diye düşünülüyor. Konuyla ilgili geçmiş dönemde örnekler de var. Bakan yardımcılığı, Kurul üyeliği ve büyükelçilik gibi görevlere atanan eski vekiller mevcut. Yeni dönemde valilik gibi stratejik görevler de eklenerek bu statüdeki görevlilerin sayıları çoğaltılacak.
Sonuncu ve önemli bir grup ise, Cumhurbaşkanlığı Sarayında görevlendirilecek olanlar. Binali Yıldırım’ın pozisyonu bunun en önemli örneği, ama sadece o olmayacak. Sarayda tesis edilen, kamu politikası başlıklarıyla uyumlu 14 başkanlık 7 Hazirandan sonra idarecilerine kavuşacak ve Cumhurbaşkanı ile çok yakın bir şekilde çalışarak, devlet teşkilatı içinde etkin rol alacak.
Konuyla alakalı hazırlıkların sürdürüldüğünü biliyoruz. Cumhurbaşkanlığı teşkilatı yasama, yürütme ve yargı erkleri açısından müstakil bir idari merkez konumuna getirilecek.
Düzenlemelerin Başbakanlığın konumunu nasıl etkileyeceği önemli bir soru.
O meseleyi de yarın ele alalım...