HİNDUTVA TEHLİKESİNDEN HABERDAR MIYIZ?
Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi’nin düzenlediği konferansta, Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Selim Argun Dünya Müslümanlarının Sorunlarını anlattı. Doç. Dr. Ahmet Akman yönetiminde Meram Belediyesi Tantavi Kültür Merkezi’nde icra edilen programa Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Ercan Uslu, 24. Dönem Konya Milletvekili Kızılay Başkanı Hüseyin Üzülmez, Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ramazan Altıntaş’ta katıldı.
KÖSEOĞLU: KÜLTÜREL HAYAT KESİNTİYE UĞRAMAMALI
Programın açılış konuşmasını yapan TYB Konya Şubesi Başkanı Ahmet Köseoğlu kültürel hayatın kesintiye uğramaması gerektiğine inandıklarını belirterek “Bu düşüncemizden hareketle, 15 yılı aşkın zamandır yaz aylarında da faaliyetlerimizi ısrarla yapıyoruz. Kültürel hayatın, sosyal ve içtimai hayatın bir kesintiye uğramaması gerektiğini düşünüyoruz” dedi.
İL MÜFTÜSÜ ÖGE: TYB’Yİ TEBRİK EDİYORUM
Konya İl Müftüsü Doç. Dr. Ali Öge ise TYB Konya Şubesi’nin sene boyunca güzel faaliyetlerini devam ettirdiğine vurgu yaparak “TYB programlarında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Bu programlar sadece Konya kültürüne ve ilmine bir değer katmakla kalmıyor; bugünkü programın başlığında da anlaşılacağı üzere Dünya Müslümanlarına, Dünya insanlığına, Dünyanın tamamına katkı sunan bir etki alanına sahip oluyor” şeklinde konuştu. Açılış konuşmalarının ardından Ali Tos Hoca Hocaefendi Aşr-ı Şerif Tilavet etti.
ARGUN: TYB KONYA BU İŞİ ÇOK İYİ YAPIYOR
Doç. Dr. Selim Argun sözlerine TYB Konya Şubesi’nin organizasyon kabiliyetini överek başladı ve şunları söyledi:
İki hususta teşekkür ederek başlamak istiyorum. Birincisi; böylesine önemli bir konuyu, ulus devlet kalıplarıyla düşünmeye başladığımız bir zaman diliminde yeniden bir ümmet vizyonuyla hasbihal etmek üzere gündemlerine aldıkları için TYB Konya Şubesi’ne teşekkür ediyorum. İkincisi de; işini çok sıkı tuttuğu, işini iyi takip ettiği ve bu işleri önem vererek organizene ettiği için de TYB yönetimine teşekkür ediyorum. Bizler görevimiz gereği yurt içinde yurt dışında konuşmalara davet ediliyoruz. TYB Konya Şubesi yaklaşık 7-8 ay öncesinden başlayıp periyodik olarak programı hatırlattı, gerek lojistik anlamda gerekse muhteva açısından disiplinli bir şekilde bu işi organize etti.
DİB’DEN RAHATSIZ OLAN ÜLKELER VAR!
DİB Dış İlişkiler Biriminde mutat olarak yılda, çoğunluğu Müslüman olan ülkelerden yüzlerce yabancı heyet ve delegasyon misafir ediyoruz. Aynı şekilde biz de Diyanet hariciyesi olarak dünyanın birçok yerindeki toplantılara iştirak ediyoruz. En iyimser ifade ile yılın 100-120 gününü yurt dışında geçiriyoruz. Dolayısıyla dünyanın dört bir köşesinde Müslümanlarla hemhal oluyor, onların dertleriyle hemdert oluyoruz. Onlar da Türkiye’yi, buradaki dini kurumları, inovasyonu merak ediyor “Acaba biz de sizin tecrübenizden istifade ile kendi ülkelerimizde neleri gerçekleştirebiliriz?” sorusunu soruyorlar. Yabancı öğrencileri Türkiye’ye getiriyor, Uluslararası İmam Hatip liselerinde, İlahiyat fakültelerinde okutuyoruz. Avrupa'da doğmuş büyümüş liseyi bitirmiş millet varlığımızın çocuklarını da Türkiye'ye getirip İlahiyat okutuyoruz. Sonra onları doğdukları ülkelere gönderip orada Diyanet İşleri Başkanlığı emrinde istihdam ediyoruz. Yabancı, yani konuk öğrencileri de aynı şekilde adeta bir 20 yıllık yatırımdan sonra memleketlerine gönderiyor, ülkelerde üst düzey görev almalarını sağlamaya çalışıyoruz. Bizim bu faaliyetlerimizden çok rahatsız olanlar da var. En son Fransa Cumhurbaşkanı Sayın Macron “Türkiye'nin Arnavutluk'taki Müslümanları Türkleştirmesinden rahatsız olduklarını” söyledi.
BİRİNCİ BÜYÜK TEHLİKE İSLÂM KARŞITLIĞI
Tarihte İslâm'ın varlığına kasteden büyük meydan okumalar olmuş; Haçlı savaşları Moğol istilaları, 19 yüzyıl sömürge dönemi gibi. Bunların hepsine karşı İslâm medeniyeti bir duruş ortaya koymak suretiyle, ulemanın bu problemleri iyi okuyabilmesi algılaması neticesinde varlığına kasteden fiziki olarak İslâm medeniyetini ortadan kaldırmak isteyen her türlü saldırıya cevap verebilmiş. Bugün de aynı şey geçerli. Günümüzde Müslümanların yaşadıkları meydan okumaları bir gözden geçirelim; bunların bir kısmı medeniyet içi meydan okumalar, bir kısmı da medeniyet dışı meydan okumalardır. Yani bir kısmı hariçten gelen tehlikeler, bir kısmı da bizim kendi içimizdeki problemlerdir. En önemlisi İslâm karşıtlığı problemidir. İslamofobi ifadesi tam olarak İslâm karşıtlığını ifade etmiyor. Çünkü İslâmofobi ifadesi, korkulması normalmiş gibi görünen fobilerden üretilmiştir.
İSLÂM KARŞITLIĞINDAN KİMLER BESLENİYOR?
Amerika’da Cair Amerika adlı bir düşünce kuruluşu var. Bu kuruluş, geçen yıl Amerika'da bine yakın kuruluşun İslâm karşıtlığı faaliyeti yaptığını tespit etmiş. Bunların arasında üniversiteler, büyük medya outletleri, düşünce kuruluşları, görsel medya şirketleri ve sosyal medya şirketleri de var. Peki, bu kuruluşların bütçesi ne kadar? 100 milyar dolar. Peki, bu fonu kim neden İslâm aleyhine faaliyet yapmak üzere fonluyor? Bu önemli bir sorudur. Bunların ürettikleri işlem hacmi de bir buçuk milyar dolar. Sadece Amerika'dan bahsediyorum. Neden ve kimler İslam karşıtlığından besleniyor? Bu işten kim istifade ediyor?
İSLÂM ÜLKELERİNDE BİLE İSLÂM KARŞITLIĞI VAR
İslâm karşıtlığı maalesef bundan 20 yıl önce olduğu gibi Batı ülkelerine hasredilen bir kavram olmaktan çok öteye geçti. Sadece Batı Avrupa'da değil, İslâm karşıtlığı artık İslâm ülkelerinde de var. islamofobi Müslüman ülkelerde de var. Bakın bu yakın tarihimizde müşahede etmediğimiz bir meydan okuma ve bir büyük problemdir. Avrupa'daki İslâm karşıtlığı ve islâmofobiyi özel olarak ele almamız gerekiyor. Çünkü bu işten en çok zarar gören kurum Diyanet İşleri Başkanlığı’dır. Avrupa’da bizim aleyhimize gece gündüz haberler yapılıyor. Sadece Alman medyasında bir haftada 600 haber tespit ettik. Çok büyük bir sektör var; medya Diyanet aleyhine fonlanıyor. Türkiye aleyhine Türkiye'deki İslâm telakkisi ve tasavvuf karşıtı yayınlar yapılıyor. Türkiye'deki İslâm anlayışından Avrupa'daki bir mahfil çok rahatsız.
TÜRKİYE’NİN DURUŞUNDAN KORKUYORLAR
Avrupa'da Fransa DEAŞ’a en fazla militan gönderen ülke ve Fransa'da 10 milyon Müslüman var. Yani Avrupa'da bir numaralı ülke. “DİB Avrupa'ya İmam göndermesin” diye bize açık açık söylüyorlar. “Bizim sadece Almanya'da bin tane camimiz var. Bu camilere Türkiye'den imam göndermezsek buralarda kim imamlık yapacak? İşte selefi ve vahhabi çizgideki insanlar gelecek, oradaki gençlerin aklına girecek; bunlardan bir kısmı Fransa'da olduğu gibi şiddeti referans alan terör örgütlerine katılacak. Bu sizin iç güvenliğinize halel getirecek. Diyanetin varlığı sizin din güvenliğinizin ve toplumsal güvenliğinizin bir sigortası, bunu neden görmek istemiyorsunuz?” diyoruz. “Biz bunu görüyoruz, ama sizin İslâm yorumunuz, sizin siyasi duruşunuz bize göre daha tehlikeli” diyorlar. “Siz iddia sahibi bir ülkesiniz. O iddianızdan dolayı bize göre DEAŞ’a katılanlardan daha tehlikelisiniz” diyorlar.
İMAMLARIMIZI İSTEMİYORLAR
Oryantalizmin literatüre iki yeni katkısı oldu, iki kavram ihsas ettiler. Birincisi Konsüler İslâm, yani Konsolosluk İslâm’ı. Buna karşılar. “Bir Müslüman ülkenin Maliye Bakanlığı bordrosunda ismi olan, maaşı olan bir imam gelip bizim ülkemizdeki vatandaşlarımıza imamlık yapmasın” diyorlar. Nitekim Fransa 2023'ten sonra Türkiye'den imam almayacağını açıkladı ve bizim Fransa'da 256 tane camimiz var. Avusturya geçen sene iptal etti, Almanya ile görüşmelerimiz devam ediyor. Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde bir ortak kararın olduğunu görüyoruz. Konsolosluk İslâmı olarak ifade ettikleri din görevlilerimizin, bay ve bayan olmak üzere oralarda görev yapmalarını istemiyorlar.
Oryantalizimin geliştirdiği ikinci kavram da Avrupa İslâm’ı kavramı... Bundan kasıtları ne? “İslâm’ın farklı yorumları var. Bizim de bir İslâm yorumumuz var; Fransa İslâm'ı, Alman İslâm'ı, Avusturya, Belçika İslâm’ı” diye; İslâm'ın evrensel ruhuna ve özelliklerine taban tabana zıt bir İslâm anlayışını yaygınlaştırmaya çalışıyorlar.
İSLÂM KARŞITLIĞINI FONLAYAN İSLÂM ÜLKELERİ VAR!
İslâm karşıtlığının Avrupa'daki tezahürlerinden bir tanesi de camilerimize yönelik saldırılar. Geçen yıl binin üzerinde vandalizm hadisesi yaşadık. Camları kırıyorlar, üzerine gamalı hac işareti yapıyorlar, çok affedersiniz ismini burada zikretmek istemediğimiz hayvanın başını kesip mihraba koyuyorlar, imamlarımızın arabalarına zarar veriyorlar. Avrupa'da, Amerika'daki Müslümanlar, özellikle hanım kardeşlerimiz artık kendi kimlikleriyle toplum içerisinde rahat bir şekilde yaşayamaz hale geliyorlar. Onların görünür olmasını istemiyorlar. Sadece imamlarımıza yönelik değil. İmam yetiştiren okullarımızı da kapatmak istiyorlar. İslâm karşıtlığı sistematik hale geldi. Cair Amerika Başkanının söylediği acı bir şey var; “Hocam onlar görevlerini yapıyor, bunda bir şey yok. Bizi asıl üzen; bu 100 milyon doların bir kısmının bazı İslâm ülkeleri tarafından fonlanmasıdır diyor” Dünya geneli için söylüyorum; İslâm karşıtlığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tek başına çözebileceği bir problem değil.
İslâm karşıtlığının doğduğu yer Avrupa'dır ve bununla mücadele de yine Avrupa'dan başlamalıdır. İslam karşıtlığı ile mücadele sadedinde çok iyi yetişmiş kalifiye ve adanmış insan gücüne ve önemli bütçeli fonlara ihtiyaç var. Çünkü karşınıza çok büyük bir kitle var. Bunlar algıyı inşa ediyor ve buna karşı topyekün bir mücadele geliştirilmesi gerekiyor.
STK'lara düşen görevler de var ve bunların bir senkronizasyon içerisinde planlı ve programlı bir şekilde yapılması gerekiyor. Yazarlarımıza, şairlerimize, entelektüellerimize, akademisyenlerimize, aktivistlerimize, iş dünyasına, diplomatlara, kamu kurum ve kuruluş temsilcilerine; herkese görevler düşüyor. Bu bir vebaldir.
Asıl büyük tehlike İslâm karşıtlığının normalleştirilmesidir. Avrupa’da artık her söylemde kullanılmakta, parti programlarına bile konulmaktadır. Bizim sesimizi sözümüzü yükseltmemiz lazım. Bana sorarsanız gerçekten Kâht-ı rical var. Bir Avrupalıya hitap edebilecek, entelektüel topluma hitap edebilecek bir din dili inşası, bir dini söylem geliştirebilecek ve yabancı dil ehliyetine haiz çok elemanımız yok maalesef.
KONFORİZM BÜYÜK BİR HASTALIK
Çocuğumuz dil öğrensin, dış ticaret yapsın, daha çok para kazansın, daha konforlu bir hayat yaşasın diyen sorumluluk sahiplerine ve ebeveynlere sesleniyorum. Bizim en büyük problemimizden bir tanesi konforizm hastalığıdır. Rahatça çok alıştık; Konyalılar da çok alıştılar. Daha geniş, daha lüks evler, daha rahat ve konforlu bir yaşam ve hem hastalığını getiriyor.
İslâm karşıtlığı İslâm ülkelerinde de var. Hanımlar başörtüsü taktığı için fiili ve fiziki saldırıya uğrayabiliyorlar. Müslümanların toplumsal kamusal alanda görünebilir olmasından rahatsızlığını pervasızca dile getiren insanlar var. Ellerine imkân ve fırsat verilirse daha fazlasını yapabileceklerini ifade ediyorlar.
İKİNCİ BÜYÜK PROBLEM HİNDUTVA’DIR
Hindutva Hint alt kıta yarımadasında ortaya çıkan bir ideolojik akım ve Hindistan'ı bir tanrı devleti haline getirmek isteyen bir ideolojidir. Şu anda Hindistan'da iktidardaki partinin resmi ideolojisi Hindutva’dır. Kısaca Hindu nasyonalizmidir. Hinduların, aynı Nazilerde olduğu gibi üstün bir ırka, aryan ırkına sahip olduğu olduğuna inanan ve buna inanmayan herkesi ötekileştiren ve onlara yaşam hakkı tanımayan bir ideolojidir. Ve dünyadaki en büyük Müslüman azınlık biliyorsunuz Hindistan'dadır. 400 milyon kardeşimiz var orada. Hidutvalar, kendilerine dünyanın en büyük demokrasisi olduğu şekilde ifade ediyor. Fakat bir ülkede dünyanın en büyük Müslüman azınlığı var ki bunlar Hanefi Maturidi ve Nakşi'dir. Şu anda çok büyük bir tehdit ve tehlike altındadırlar. Bundan sonraki gençliğin gündeminde Hindistan Müslümanlarının dramı olacaktır. Hindutva temsilcilerinin İsrail'in Filistin'de Filistinlilere yaptığından farklı bir şey yok. Aşağı yukarı aynı şeyleri yapıyor, zulmediyorlar. Hindutvaların Nazilerle ve siyonizmle benzerliği ve ittifakı İslâm âleminin ikinci en büyük problemidir. Çok enteresandır Hidutvaların da arması, Naziler gibi gamalı haçtır.
ÜÇÜNCÜ PROBLEM MİSYONERLİKTİR
Film sahnelerinde Afrika'da yerel kabilede bir beyaz doktorun, hemşirenin, bir beyaz rahibin görev yaptığını görürüz. Peki, oraya niçin gidiyorlar? Onlar oraya Dünya Kiliseler Birliğinin fonlaması sebebiyle gidiyorlar. Yani misyonerlikten bahsediyorum. Bu 19. yüzyılda olmuş bitmiş, şimdi böyle nostaljik bir filmlerde konu edilen bir hadise asla değil.
Son yüzyılın nüfus istatistik oranlarını inceleyince, yüz yıl önce Afrika'nın bir ülkesinde Müslümanların oranının yüzde 90-95 iken yüz yıl sonra bu oranın yüzde 40-45'lere düştüğünü görürüz. Yani sistematik misyonerlik ve Hıristiyanlaştırma faaliyetleri hâlâ devam ediyor ve misyonerlik İslâm âleminin en ciddi problemlerinden bir tanesidir. Müslümanlara en büyük meydan okumalardan biridir misyonerler. Katolik kilisesinin, yani Papalığın sadece Afrika'daki misyonerlik faaliyet bütçesinin 250 milyar dolar civarında olduğunu düşünüyoruz. Sadece Katolik kilisesinden bahsediyorum. Orada bir sistem kurdular, hastaneler, kreşler, okullar, üniversiteler açıyorlar. Bir döngü inşa ediyorlar.
Çocuk kreşe gidiyor, zekâ durumuna, ailesinin durumuna bakılıyor. Büyüyünce ilkokul ve ortaokulda Hıristiyan olması şartıyla o okullara alınıyor. Liseyi bitirdikten sonra eğer çocuk zeki ve istikbâl vadediyorsa sömürgesi olduğu ülkeye gönderiliyor. Döndükten sonra da o ülkedeki yönetim kademelerinde üst düzey görevler veriliyor. Orada fikri faaliyetleri daha da yaygınlaştırıyor, yeraltı yer üstü zenginlikleri o ülkedeki batılı şirketlere devrediliyor, sonra da adı Ayşe Fatma olan Katolik, “Fransa, İngiltere benim birinci vatanım diyen” Hıristiyan papazlar meydana geliyor.
İslam bildiğiniz gibi Mekke'de doğmuş, sonra Medine'ye intikal etmiştir ama İslâm Medine'ye geçmeden önce Afrika'ya ulaşmıştır. Afrika İslâm'ın ilk anavatanıdır. Bizim kaynaklarımızda Afrika’dan Müslüman kıta diye bahsedilir. Mali'deki yazma eserler bin küsur yıldan daha fazla eskidir. Afrika Müslümandır, hâlâ Müslümandır ama çok ciddi bir Hıristiyanlaştırma ve misyonerlik faaliyeti yapılmıştır.
19 yüzyılda Avrupa'da dernekler kurulmuş… Victoria Şelalesinin düştüğü yeri ve denize döküldüğü yeri tespit etme komisyonu adıyla, ellerinde haritalarla coğrafi keşifler peşinde olan din adamları, seyyahlar olarak Afrika kıtasına yayılmışlar. Ateşli silahların icadı ile orada büyük katliamlar yapmış sömürge haline getirmişler. Yeraltı yer üst zenginliklerini çalmış, kendi ülkelerine götürmüşler. Sadece Afrika'da değil Latin Amerika'da da aynı durum söz konusudur. Orası da Türkiye'deki, Konya'daki Müslümanları bekliyor.
AFİKALI DİN ADAMLARINI KONYA’DA MİSAFİR EDECEĞİZ
İslâm İşbirliği Teşkilatı, Diyanet İşleri Başkanlığı, TİKA ve Konya Büyükşehir Belediyesi ortaklığında bir önemli proje yapacağız, güz döneminde. Afrika'daki din adamları buraya gelecek, bir süre Konya’nın misafiri olacak. Projeye verdiği destekten dolayı Konya Büyükşehir Belediye Başkanımıza teşekkür ediyorum.
DÖRDÜNCÜ TEHLİKE ÇİN’İN SÖMÜRGELEŞTİRME FAALİYETİ
Dördüncü problem olarak şu anda Çin'in borçlandırarak sömürgeleştirme faaliyetini zikretmeden geçemeyiz. Özellikle Afrika kıtasında büyük çevre ve altyapı projeleri için finansman sağlıyorlar. Kendi işçilerini getiriyor, oraya yerleşiyorlar. Stratejik liman, havaalanı gibi yerlerin yönetimini ele geçiriyorlar.
GÜNEY AFRİKA VE JAPON ANİMELERİNE DİKKAT EDİN
İslâm âlemi olarak bir kültürel savaşla karşı karşıyayız. K-pop ve Japon animeleri Türkiye'de çok yaygınlaşmaya başladı. Kore dizilerini takip eden ve Kore şarkıcılarına özenen, öykünenler var. Bu problem konusunda da müteyakkız olmamız gerekiyor. Cinsiyetsizlik teması üzerine bir kültür emperyalizminden bahsedebiliriz. Türkiye'ye en fazla misyoner Güney Kore'den geliyor. Bunun iki sebebi var. Birincisi Türkiye ile Güney Kore arasında, onları korumak için 457 şehit vermemizin getirdiği bir yakınlık var. Bunu istismar edip Güney Koreli misyonerleri buraya gönderiyorlar. Güney Korece aynı Türkçe gibi eklemeli bir dil; mesela göz kökünü aldığımız zaman eklerle yeni birçok yeni yeni kelime üretiyorsunuz. Diller arasındaki benzerlikten dolayı iki üç ay içerisinde bir Koreli Türkçe konuşabiliyor.
Ankara'da bir İmam Hatip Lisesinde pazartesi sabahları çocuklar uykulu geliyormuş. Öğretmen araştırıyor, ortaya çıkan sonuç şu; pazarı pazartesiye bağlayan gece Seul'de bir dizi var, sabaha kadar çocuklar onu izliyor ve uykusuz kalıyorlar. Bu görmezden gelebileceğimiz bir problem değil.
NOMOFOBİ BÜYÜYOR
Gençlerimizin problemlerinden bir tanesi, yeni bir kavram olabilir; nomofobi, problemidir. Açılımı No Mobile Phobia yani cep telefonsuzluk sendromu. Nomofobi Avrupa'da intihar sebebi haline geldi. Ailesi tarafından cezalandırılıp telefonsuz bırakılan çocuk intihar edebiliyor, çünkü mavi ekran bağımlısı haline gelmiş. Dünya sağlık örgütüne göre şu anda 300 milyon oyun bağımlısı var dünyada. Dijital eroin dediğimiz sendrome karşı bizim de medikal yardım almamız lazım. Sadece çocuklar değil anne babalar da bağımlı hale gelebiliyor. Herkes kendi ilgi alanına göre akşam yemeğinden sonra sosyal medya ortamlarında şurada burada oyunlarda ömür tüketiyor. Ömür hırsızı bunlar. Dijital bağımlılık, dijital eroine bağımlı olan insanın medeniyet inşa etmesi mümkün olmaz. Bunun büyük bir beka sorunu olduğunu fark etmemiz gerekiyor. Milli güvenlik sorunu olduğunun fark etmemiz gerekiyor.
DİNİ BÜTÜN GİBİ GÖRÜNENLERE DİKAT EDİN
Ahlâksız dindarlık sendromu önemli diğer bir problem halini aldı. Dini bilginin olması ahlâkı beraberinde mutlaka getirir mi sorusu eskiden beri hep sorula gelmiştir. Bugün makas açığının aralandığını görüyoruz. Yani dini bütün gibi görünen insanların ciddi manada ahlâki problemleri olduğunu görüyoruz. Sözümüzün tesir gücünün olmaması bundan kaynaklanıyor. Ben Medeni İlimlerde bir gün rahmetli Tahir Hocaefendi’ye “Etkili hitabetin sırrı nedir?” sormuştum. O da “Ağlayan göz bitmeyen, söz demişti” Dolayısıyla Müslümanların bugünkü temel problemlerinden bir tanesinin ahlâki problem olduğunu görüyoruz. Ahlâki açıdan zafiyeti olan insanların sözünde bir tesir olmaz. Bakın bu iddia meselesi çok önemli. Avrupa bize niye saldırıyor, diyoruz ya; “Siz iddia sahibisiniz” diyorlar biz iddiamızdan vazgeçtiğimiz gün bizi Avrupa Birliği'ne alırlar, bundan hiç şüpheniz olmasın.
MEZHEP TASSUBU BÜYÜK PROBLEM
Mezhep taassubu çok büyük problem. Irak'tan ben yeni döndüm. Felâket vaziyetteler. Sünni-Şii ayrılığı yani Sünni Araplar Şii Araplar, Kürt Şiiler Kürt Sünniler, Sunni Türkmenler Şii Türkmenler olarak 6 kategoriye ayrılmışlar. Mezhep taassubu, tefrika, ayrılık, iç savaşlar, iktidar mücadeleleri, zorunlu kitlesel göçler, yabancı düşmanlığı, dini istismar hareketleri (fetö gibi) dinler arası diyalog faaliyetleri, bir protestan İslâm anlayışı; bunun yaygınlaştırılması buna yönelik çalışmalar var. Bizim bunlara karşı da müteyakkız olmamız gerekiyor. Şiddeti bir hak arama yöntemi olarak gören tekfirci anlayışın da yaygınlaştığını görüyoruz. Bunlara karşı yeni nesil mücadele yöntemlerini geliştirmemiz lâzım.
Program sonunda Kızılay Başkanı Hüseyin Üzülmez Doç. Dr. Selim Argun’a özel tasarlanmış Mevlevi destar minyatürü takdim ederken, TYB yayınlarını da Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Ercan Uslu verdi. TYB Konya Şubesi Başkanı Ahmet Köseoğlu’da İl Müftüsü Doç. Dr. Ali Öge’ye TYB yayınlarını hediye etti.