Tut ellerimi çocuk

Hakan Bahçeci

Bir yıldızın elinden tut çocuk, sevinçten gözyaşı döksün, döktüğü gözyaşları yıldızlara dönüşsün. Gökyüzü neşelensin sizi görünce, Samanyolu renklensin siz üzerinde yürüyünce.

Bir yıldızın elinden tut çocuk, uçuşsun etekleriniz, ışıldasın gözleriniz, karanlığın sonsuzluğuna inat aydınlansın bizim de yüreklerimiz.

Yaşımız ilerledikçe öğrendik dünyanın da bir yıldız olduğunu yaşımız ilerledi de gördük dünyanın da ışığının söndüğünü. Işığı değildi sönen, insanın yüreğiydi belki. Ürperdik, korktuk, savrulduk… Kendi ellerimizle karanlığa ittik kendi dünyamızı. Sahi; her insan bir dünyaydı değil mi?

Çocuklar kaldı geriye belki de masum. Tutun ellerimizden… Size hazırlayacağımız geleceğin hesabını yaparken kendi dünyamızın sebebi olduk. Yetimler ah edecek, öksüzlerle birlikte, korkuyorum yıldızlar da yetmeyecek şu insan seline.

Tutunca elinden bir yıldızın, kavruk tenleriyle coğrafyasına âşık, ötelenmiş ve örselenmiş yaşıtlarına uğra. Çoban yıldızının selamını götürmüş ol, özgür sahralarda uçuyormuşçasına karşılasınlar sizi. Kutsal ağaçlarının altında, varlığına yüklediği anlamla yıldızlarla dertleşen o bilge kralın yanında eğleş, elinden tuttuğun yıldızı görünce yeniden sarılsın insanlığına ve kutsasın seni büyük Nil’in suyuyla.

Sokağında bir çocuk vardı, yedisindeydi kaldığında yetim, kardeşi de vardı hani annesiyle, “ekmek” dedi büyükler, “büyüklüğü” küçülterek ve o çocuk büyüdü küçülenlere inat. Onun da elinden tutsan çocuk, yıldızlara çıkarsan…

Bir yıldızın elinden tut çocuk, sakın kanmasın heyula dünyanın gelip geçici hengâmesine, takılıp gitmesin hırsının elinde kaybolup gidenlerin peşine. Dünya böyle değildi, dünya bu kadar kavgacı değildi, dünya bu kadar korkunç değildi. Güzel insanların da var olduğunu hatırlat misal, gönül gözüyle bakanların gönül ülkesinde konuştukları ortak bir lisan olduğunu da söyle. Söylemişken bir şarkı bir şiir de ekle, aşk olsun, sevda olsun, barış olsun, huzur olsun.

“Ölüm, bu dünyadan güzeldir” diyen çocuklar da var biliyorsun. Elinden tuttuğun yıldızları beklerken rüyasında, bomba sesiyle uyanan, sesi titreyen, yutkunarak ağlayan çocuklar… Toprak, bu kadar gözyaşını bağrına alacak kadar dirayetli, bu kadar kahrı sineye çekecek kadar vefalı olmasa ey çocuk…

Kimsesiz kimseler var, bunca kalabalığa rağmen ve bunca çokluk arasında yalnızlığa hüküm giymiş kimseler. Tut elinden getir yıldızları. Bir selamı esirgeyen, ne kadar nasipsiz varsa muhabbetten, hepsinden daha fazla söze ve şiire bağışla kimsesi olmayan kimseleri.

Tut elimizden çocuk, bir elinde kardeşin, bir elinde yıldızlar. Ne kadar hikmet varsa ve ne kadar uzaktaysa al götür bizi de oraya. Kalbimizi ürperten ve yarından tedirgin eden bu çağın ve dünyasının ötesine götür.

Tut elimden çocuk. İçimdeki ben üşüyor, içimdeki ben bitkin. Kalbime sokulup kalmış bir tedirginliğin ağırlığını taşıyorum. Savrulmuş dizelerim var, ölçüsünü bulamamış. Dile dökemediğim kaçışlarım var, saklandığım karanlıklar… Yutkunduğum üç beş cümle hep sadağımda, söylemeye korktuğum ağrılarım… Şikâyet ediyor değilim çocuk lakin insanlar; senin tuttuğun yıldızdan bile uzaklar, senin tuttuğun yıldızdan bile bedbin…

Tut elimden çocuk, düşüp giderim karanlıklara, kaybolurum kendi yüreğimden bile. Çıkmaz sokaklardan değil sokağı sahiplenenlerden usanmak üzereyim. Bir yıldızın elinden tut çocuk, Paşamın elinden tut.