Recep Tayyip Erdoğan’ın 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak seçilmesi ile Türk siyasi hayatında Erdoğanlı yıllar başladı. 6 Aralık 1997'de Siirt'te Ziya Gökalp’in bir şiirini okuması sonrası Belediye Başkanlığı görevinden alınan Erdoğan, 26 Mart 1999'da cezaevine girdi. 24 Temmuz 1999'daki tahliyesine kadar 4 ay 10 günlük cezaevi günleri sonrası Erdoğan’ın siyasi hayatı bitti diye düşünülürken 2001'de Adalet ve Kalkınma Partisi'ni kurdu. Siyasi yasağı sebebiyle 3 Kasım 2002'deki genel seçimlerde milletvekili adayı olamadı ama %34’lük oy oranıyla Partisi birinci parti oldu ve hükümeti kurdu. Erdoğan'ın siyasi yasağını kaldıran yasanın meclisten geçmesi sonrası 9 Mart 2003'te Siirt'te yapılan ara seçimlerde oyların %85'ini alarak milletvekili seçilen Erdoğan'ın başbakanlığındaki 59. hükûmet 14 Mart'ta kuruldu. 27 Mart 1994’de başlayan Erdoğanlı siyasi hayatımız 1999’daki 2 yıllık bir moladan sonra yeniden başladı. O günden bugüne Türk siyasi hayatının kuşkusuz en önemli aktörü Recep Tayyip Erdoğan’dır. Batılıların strongman dedikleri güçlü liderlik özellikleri ile Erdoğan Türk siyasi hayatının son 20 yılına ait tüm analizlerin merkezindedir.
Ya Erdoğan sevgisi üzerinden ya da Erdoğan karşıtlığı üzerinden…
Erdoğan sevgisinin ve bu sevginin ürettiği sosyolojinin gücünü son 20 yılda yapılan 15 seçimde gördük. Gezi kalkışması sonrası meydanlara toplanan milyonlar ile gördük. Son olarak 15 Temmuz gecesi gördük. Bir video açıklama sonrasında milyonlar meydanlara doldu, binler tankların önüne yattı.
Peki Erdoğan karşıtlığı…
Üretilmiş mi olduğu, organik mi olduğuna dair tartışmalar olsa da Erdoğan karşıtlığı güçlü bir olgudur. 28 Şubatın ideolojik faili CHP ile 28 Şubatın mağduru Refah Partisi/Fazilet Partisi’nin devamı iki partiden birisi olan Saadet Partisi bugün bir araya gelebiliyor ise bu bir araya gelişin saiki Erdoğan karşıtlığıdır.
Yine Erdoğan’a danışmanlık, bakanlık hatta başbakanlık yapmış Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan gibi isimlerin CHP patronajındaki 6’lı masaya eklemlemesinin tutkalı Erdoğan karşıtlığıdır.
6‘lı masanın bileşenleri arasındaki iç çelişkilerinin ortaya çıkışını engelleyen faktör de Erdoğan karşıtlığıdır.
20 yılda 3’ü referandum, 2’si Cumhurbaşkanlığı seçimi, 6’sı genel seçim, 4’ü yerel seçim olmak üzere 15 seçimde yenilemeyen Erdoğan karşıtlığının Erdoğan husumetine dönüşmesinin gerekçesi de bu Strongman Erdoğan fenomenidir.
Hatta bir kısım Erdoğan karşıtının 15 Temmuz gecesi ‘FETÖ kalkışması başarılı olsun’ temennilerinin arka planında da seçimlerle gönderilemeyen Erdoğan fenomeni vardır.
Bir kısım Erdoğan karşıtının 251 şehidin kanı ile durdurulan darbeyi tiyatro olarak nitelemesini de, 15 Temmuz gecesi Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın halkı meydanlara davet çağrısını etkisizleştirmek için bir kısım yapıların mensuplarını evlerinde kalmaları yönünde attıkları mesajları da değerlendirdiğimizde Erdoğan karşıtlığının neden olduğu siyasi reflekslerin ihanet düzeyine ulaştığını görmekteyiz. Ancak yazımızın konusu bu değil.
Erdoğan karşıtlığının hatta düşmanlığının sosyal, ekonomik ve bürokratik elitlerde bir anlamı var. Seküler, ulusalcı, etnik bölücü unsurlardaki Erdoğan karşıtlığının da bir anlamı var. Bu karşıtlığın hem teorik, hem de pratik düzlemde karşılığı var. Ancak;
Liberal, milliyetçi, muhafazakar, mütedeyyin ve İslamcı unsurlardaki Erdoğan karşıtlığının karşılığı yoktur, rasyonel değildir. Bu toplumsal unsurlardaki Erdoğan karşıtlığının gerek dış tutarlılık gerekse de iç tutarlılık testlerinde büyük mantık hataları ve çelişkiler bulunmaktadır. Bu karşıtlık teorik ve pratik düzeyde sorunludur, anlamsızdır.
1994’de Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olması ardından, 2003’ten itibaren de Ak Parti’nin iktidar olması ile başlayan süreçte, bürokratik ve siyasi iktidarın paydaşı olan bu unsurların toplumsal kabulü artmakla kalmadı ekonomik olarak güçlendiler. Dindar ve muhafazakar kesimlerin toplumsal görünürlüğü artarken, Liberaller de gazete ve televizyonlarda hiç ulaşamadıkları sosyolojilere ulaşma imkanını buldular. Ancak,
Gemiyi ilk terkeden liberaller oldu.
Çevre coğrafyamızda Sorosçu provakasyonlar ile başlayan sürecin Türkiye’ye yansıması Gezi kodlu kalkışma oldu. 2013 Mayısında Sorosçu Gezi Ayaklanması ardından bir kısım liberaller Ak Parti ve Erdoğan ile duygusal bağlarını kopardılar ama Ak Partinin inşa ettiği siyasal, ekonomik imkanlardan yararlanmaya devam ettiler.
Gezi Kalkışmasının arkasındaki aklın Soros yapılanması olduğu anlaşılınca milli refleksler güçlendi. Gezi’de oynadığı rol, FETÖ’yu deşifre etti. Küresel sistemin muhafazakar taşeronu FETÖ’nun deşifre olması ardından 17-25 Aralık ve MİT Tırları hadisesi sonrası küresel sistemin kontrolünde olduğu sonradan anlaşılan bir kısım muhafazakarlar da Ak Parti ve Erdoğan ile duygusal bağlarını kopardı. Ancak duygusal kopuşun hızına rağmen bir kısım liberaller gibi küresel bağlantıları olan muhafazakarlar da Ak Partinin inşa ettiği siyasal, ekonomik imkanlardan yararlanmaya devam ettiler.
Ve 15 Temmuz 2016;
Musa aleyhisselamın kıssasındaki ‘Kızıldeniz’in Kapanması’ gibi bir işlev üstlendi.
15 Temmuz sonrası süreçte küresel sistemin Erdoğan’ı yönlendirme kapasitesinin kalmadığını anlaması ile küresel sistemle bağlantılı tüm unsurlar Erdoğan’ı ve Ak Partiyi terk etti. Böylece Türkiye’nin yeni fay hattı milli refleksler ile küresel stratejiler arasında oluştu.
Küresel stratejinin Türkiye ankormanlarının son günlerde ‘Soros’un Türkiye mümessili Kavala’ya özgürlük, Etnik terörizmin şirin yüzü Demirtaş’a özgürlük ve Küresel stratejinin muhafazakar taşeronu FETÖ mensubu KHK’lıları bürokrasiye iade edilmeli’ beyanları bu fay hattında konumlanıştır.
Tabi Biz de konumlandık.
Bir kısım muhafazakar ve mütedeyyin siyasal bilimciler analizlerinde 28 Şubatın mağduru Erbakan Hocam ile Cumhurbaşkanımız Erdoğan arasında rekabet içeren bir mukayese yapsa da aslında analizin Erbakan-Erdoğan Çizgisinin devamlılığı üzerinden yapılması gerekir. Erbakan-Erdoğan çizgisi üzerinden bir analiz ile birlikte siyasal düşünme sistematiğindeki bir hatayı takdirinize sunmak istiyorum.
Gelecek hafta…