Bizler her ne kadar ciddiye almasak da birkaç gün önce ekranları ilginç bir haber süslemişti. Ülkemize gelen, National Geographic belgesel programcısı Conor Woodman, gizli kamera ile yollarda çekim yaptığı bir İstanbul programı hazırlamış. Programın adıysa bir hayli ilginç: Dolandırıcılar Şehri yada Sahtekarlar Şehri. Hazırlanan görüntülerin bir kısmı haber bültenlerini süsledi. Yüreği yetenler ya da gelinen noktaya tahammül edebilenler varsa bu İstanbul Belgeselini izlesinler. Hadi biz kendi çürümüşlüğümüze katlanalım da yazık ki yabancılar artık İstanbul ve Türkiye hakkında arama yaptıklarında bu görüntülerle de karşılaşacaklar. Hatta görüntülere çok fazla rağbet olacağından arama motorlarında bakıldığında ilk sıralarda yer alacak belgesel. Hani dış dünyada oluşturulmak istenen ve ülkemizi kötüleyen bir film vardı Gece yarısı Ekspresi diye. İşte bu belgesel onun oluşturduğu korkulan şehir algısını dolandırıcı ülke imajıyla perçinleyecek.
Hadi ilkine film diyelim. Biz millet olarak yabancıları çok seven, koruyan ırk ve din ayrımına kapılmadan herkesi kucaklayan bir toplumuz nede olsa(?)
Ya peki tamamen görüntülerin gerçek olduğu belgesele ne diyeceğiz?.
Zaten filmlerle oluşturulmuş bir İstanbul ve Türkiye algısı var. Ki son Bond filminde de bu düşüncenin devam ettirilmek istendiğini gördük. Bizler her ne kadar, İstanbul’da çekim yaptıkları için türlü yalakalıklarla film ekibinin arkasında dönsek de sunulan imaj aynı.
Geçmişten günümüze değişmeyen benzer manzaralar: Siyah bir peçenin etrafından çevreye bakmaya çalışan bir kadın. Elinde tavuğu ve horozuyla eski trenlere binmeye çalışan genellikle koyu tenli ve bıyıklı erkeklerin çoğunlukta olduğu insan yığını. Varoş evler ve dünyadan bıkmış kadınlarla mutsuz çocuklar. Unutmadan birde bu görüntülere artık ülkemizde bile yılbaşında haber programlarını süsleyen turistlerin hayvanca taciz edildiği kareleri de ekleyelim. Tablo aynen aktardığım gibi. Şimdi artık görüntülere sigaradan ve alkolden sararmış dişlerle, hain bakışlı dolandırıcılarda eklenecek. Yurdum insanının hele ki evliyalar şehri ve medeniyetler merkezi bir şehrin bu şekilde tanıtılacak olduğunu bilmek insanın canını çok yakıyor. Ülkem insanın, sahtekarlığın ve dolandırıcılığın en dibine düşmüş resmine, kültürel yozlaşmamıza mı değineyim, yoksa İslam inancı ve Anadolu’nun asıl güzelliğinden bu görüntüler yüzünden vazgeçecek insanlara mı bilemiyorum.
Özünde yabancıları, dolar - euro araca ya da kaçamak yapılan güzel sarışın hatunlar olarak görmek ne inancımıza nede kimliğimize yakışır. İslam ve tarih kokan bir şehrin imajını çirkin tavırlarla yıkmak, turistleri dolandırmak veya taciz etmek büyük bir vebali de barındırıyor. Hıristiyan’ın hakkını yemek, Müslüman’ın hakkını yemekten daha vahim bir hadise. Belki bir sebeple Müslüman hakkını helâl edebilir ama Hıristiyan’ın helâl etmesi çok daha uzak ihtimal. Oysaki helâllik alınmayan kul haklarını ise, Cenab-ı Hak affetmez. Bu bakış açısıyla bakınca bile ülkemize gelen yabancılara neden iyi davranmamız gerektiği anlaşılıyor. Ayrıca ülkemizin etkin tanıtımı, insanların İslamiyet’le şereflenmesine aracı olabilmesi bakımından da büyük önem taşıyor. Yalnızca Konya’ya gelerek Hz. Mevlana’yı ziyaretlerinde Müslümanlıkla tanışan yüzlerce turist var. Belgeselin ardından güvenlik önlemlerinin ve cezalarının arttırılması yönünde talepler geldi. Bu tür önlemlerin gerekli olduğunu ama yeterli olmadığını düşünenlerdenim. Bastığı topraklara kimlerin can verdiğini ve taşıdığı inancın bu konudaki hassasiyetini bilmeyen bir toplum olduğumuz müddetçe, adam başına bir poliste diksek yeterli olmayacaktır.
Yeteneği Maddede Arayanlar
Hatırlarımda babamdan hayatım boyunca tek bir tokat yemiştim. Ani bir refleksle, büyük bir hışımla yediğim ‘‘beşparmak’’ lise dönemde Ulu Hakan Abdülhamit’e Kızıl Sultan dediğim içindi. Osmanlı tarihine düşman olan tarih hocam, her fırsatta dişlerinin gıcırdata gıcırdata Vahdettin’in ülkeyi satmasını ve nede büyük hain olduğunu anlatırdı. Daha sonra Yahudiler tarafından kızıl lakabıyla anılan , Sultan Abdulhamid’in ülkede nasıl bir baskı ve korku uyguladığına değinir, aydınları nasıl sürdüğünü anlatırdı. 33 yıl ülkeyi yöneten bu zorba padişah(?)tan sonarsında, Osmanlı’nın nasıl bir yıkım sürecine girdiğini ise hemen geçerdi. Öğretmenimden duyduğum bu tabiri evde bilmiş bilmiş babama söyleyince de yanağımda kırmızı güller açmıştı. Kendi ecdadına söven bir nesil yetiştirdiğini düşünmesiyle kan beynine sıçramıştı. Şimdi düşünürümde sanırım hissettiği sinirle karışık korkuydu. Eğitim politikasıyla geçmişi yok sayan bir nesli karşısında görmek sanırım bilinçli her aileyi korkutmalıydı. Ayrıca öyle bir düşünce tarzı tüm hayatımıza da yansımıştı. Tuhaf olansa geçmişi yok sayma politikasını kimsenin yadırgamamasıydı.
Kimi günlerde basının gayretiyle oluşturulan ‘‘Osmanlı’yı yeniden diriltmek istiyorlar, saltanat ve halifeliği yeniden kuracaklar’’ türündeki ütopik sözler, toplumda endişe dalgasının oluşmasına yol açardı. Haklarını yememek gerekir ki, tarihimizle hele ki Osmanlı tarihiyle barışmamıza AK Parti hükümeti vesile oldu. Vatanını seven ve geçmişine hürmet eden birçok Anadolu insanı eskiden de mevcuttu ama toplumsal ve siyasal olarak Osmanlı’ya sahip çıkmada hükümetin yeri yadsınamaz. Gerçi tarihimizi yeniden öğrenmemiz bir dönem yalan yanlış tarihi romanlarla körüklendi. Yetmedi okumayan bir toplum olduğumuzdan televizyon düşkünü milletimize Osmanlı tarihi haremden ibaretmiş gibi lanse edildi. Özellikle bilgi yarışmalarında takip ediyorum da tarih eksenli sorular dizilerde izlenmişse cevap verilebiliyor.
Bu gerçekler göz önüne alındığında başbakanın Muhteşem Yüzyıla yönelik sözlerini doğru değerlendirmek lazım. Kimilerinin söylediği gibi mevzu yalnızca gündem değiştirmek olsa bile önemli ve gerekli bir çıkıştı yaptığı. Erdoğan’ın açıklamaları ardı başta Muharrem İnce’nin gereksiz ve absürt hesaplamalarını, kimi basın mensuplarınca manadan uzak sırf muhalif olmak amacıyla yazdıkları yazıları okudukça tarih düşmanı tarih hocamı yeniden hatırlıyorum. Kendi benliğine yabancı insanların geçmişte kalmadıklarını hatta bugün önemli mevkilerde olduğunu bilmek ne kadar acı
Selam ve dua ile.