Merhum Sezai Karakoç anlatıyor. “Evimiz Zülküfül dağında idi. Bir kış günü ağılımızdan her gün bir koyun eksiliyordu. Babam bir eline sopa, diğer eline de gaz lambası alarak ağılda nöbet tutmaya başladı. O, hırsız tarafından koyunların çalındığını düşünüyordu. Bir de ne görsün bir kurt ağılın içeri süzülür. Doğrudan koyunlara değil de babamın elinde bulunan lambaya saldırarak tıpkı bir insan gibi nefesiyle onu söndürmeye çalışır.” Artık hayvan sürülerinin başında birisi vardır. Sürülere saldırmak o kadar kolay değildir. Ne zaman eli ışık saçan bu adam ortadan çekilirse, sürüler de sahipsiz kalırsa, kurdun işi kolaylaşacaktır.
“Kurt ve Lamba” metaforu Sezai Karakoç’a ilham verir ve bu başlıkta bir makale kaleme alır. Karakoç’a göre Müslümanlar, elinde bir lamba bulunan ev sahibi gibidirler. Onun düşmanı da ister Batı’da olsun, ister Doğu’da tıpkı o kurt gibidir. Müslümanın lambası Kur’an’dır. O etrafını aydınlattığı sürece Müslümanlar huzur ikliminde yaşarlar. Eğer onun ışığı sönecek ya da söndürülecek olursa, karanlıkta kalınır. Kurtlar ise, karanlık ve bulanık havayı sever. Avını kolay bir şekilde alt eder.
Acaba son zamanlarda Hollanda ve Danimarka gibi Avrupa ülkelerinde özellikle de Türkiye Büyükelçilikleri önünde “Kur’an ve Bayrağımız” neden yakılmaktadır? Hayvanlar içinde vahşiliğin sembolü olan kurtların aydınlığı sevmediği gibi, ruhu küfürle kararmış olan iman yoksulu insanlar da İslam ışığından hazzetmezler. Ne yazık ki tarih tekerrür ediyor. 19. Yüzyılın başlarında, İngiliz sömürgeler bakanı Giladisuton avam kamarasında: “Biz Türkleri savaş Meydanlarında yenemiyoruz. Türkleri dize getirebilmenin tek yolu ellerinde bulunan Kur’an’ı almaktır” şeklinde bir konuşma yapmıştı. Bu stratejik bir konuşma ve bir tespitti. Maalesef bu İngilizler İslam birliğinin sembol ismi olan imameyi ortadan kaldırmak suretiyle dediklerini yaptılar. O halde bize düşen görev, düştüğümüz yerden kalkmaktır. Eğer bugün İslam âlemi olarak yeniden ayağa kalkmak istiyorsak, hayat kitabımız olan Kur’an’la buluşmak ve ondan beslenmek zorundayız. Günümüz Batı toplumlarında İslam karşıtlığının arka planında hala sömürgecilerin bitmeyen emelleri vardır. Eğer 1400 sene önce Resul-i Ekrem Efendimizin: “Ashabım! Size iki emanet bırakıyorum. Biri Allah’ın kitabı olan Kur’an’dır, diğeri de benim sünnetimdir. Eğer bu iki kaynağa sımsıkı sarılırsanız sapmazsınız birliğinizi ve dirliğinizi korursunuz ” uyarısı coğrafyalarımızda anlam bulsaydı, bugün Müslümanların özgül bir ağırlığı olurdu. İslam karşıtları İslam’a ve zayıf bırakılmış İslam yurtlarına aç kurtlar gibi kolay bir şekilde saldıramaz ve saldırma cesaretinde de bulunamazlardı.
İslam, insanlığın yönünü tayin eden bir ışıktır, nurdur. Bizler en-Nûr olan Yüce Allah’ın kitabından fikren, ilmen ve ruhen beslenirsek, fark etme ve farkettirme bilincine erişebiliriz. Bu aydınlanma süreci aynı anneden gelen evlatlar anlamındaki ümmetimizi yeniden inşa edecektir. Bizim için önemli olan etrafımızı kuşatan yapay sınırların varlığı değil, gönüllerimizdeki sınırların varlığıdır. İman kardeşliği gönüllerimizdeki sınırları kaldırdığı zaman bu ümmet yeniden özgül ağırlığına kavuşacaktır. Dillerimizin ve coğrafyalarımızın farklılığı aynı manayı paylaşmamıza engel değildir. Bir buçuk asırdır Müslümanlar imamesi kopmuş tespih taneleri gibi sağa sola saçıldıkları için her biri kendi kaderiyle baş başa kalmışlardır. Aralıksız azmanlaşan kurtlar, İslam coğrafyalarına saldırmaya devam etmektedirler. Büyük kurtlar, dün nasıl Osmanlı ayakta iken İslam coğrafyalarını sömürmeleri önünde onu bir bariyer olarak görmüşlerse, bugün de Türkiye’yi görmektedirler. Çünkü bizler Osmanlı bakiyesiyiz. Yeni yetişen Kur’an nesilleri karşısında karanlık ruhlu bu insanlar, endişe duymaktadırlar. Bugün İslam karşıtlarına karşı sesini yükselten sadece Türkiye ve onun dirayetli lideri vardır. Bu sebeple Türkiye’nin her alanda gelişme kaydetmesi emperyalistlerin korkulu rüyası haline gelmiştir. Onun için çağdaş kurtlar, bir başka İslam ülkesinin elçiliği önünde değil Türkiye elçilikleri önünde Kur’an ve bayrağımızı yakma girişiminde bulunuyorlar.
Sonuç olarak, her Müslüman merhum Sezai Karakoç’un “Kurt ve Lamba” metaforunda dile getirdiği hakikati unutmamalıdır. Kurtlar ne kadar Allah’ın son nuru olan İslam’ı söndürmek isterlerse istesinler, biz Kur’an hadimleri var olduğu sürece bu ışık sönmeyecektir. Onun için Türkiye Müslümanları bugünlerde Türkiye’nin Türkiye’den ibaret olmadığını iyi anlamaları gerekir. Bu topraklarda sömürgeci güçlerin işbirlikçilerine geleceğimizi emanet etme yanlışına düşmemelidirler. Eğer biz Allah’ın dinine yardım edersek, o da bize yardım edecektir. Müslüman aç kalır ama dininden ve değerlerinden asla vaz geçmez.
Rabbim bizleri İslam’la diriltsin ve her birimize İslam’la fark ettirme bilinci ve duyarlılığı versin.