Türkiye kritik eşiktedir.
Yıldızı parlamaktadır.
Süper güç olmanın eşiğindedir.
Ülkemizin süper güç iddiasının küresel vizyona sahip bir lider, moral motivasyon gibi sübjektif koşullarını taşıdığını ahlaki dış politika uygulamasında, ‘Dünya Beş’ten Büyüktür.’ meydan okumasında, Afrikalı köylünün ‘Erdoğan imkan’ sözünden o kadar net anlıyoruz ki…
Her yüzyılda bir gelen gafletin, ihtirasın ve ihanetin birleştirdikleri dışında herkes Türkiye’nin bu iddiasının farkında.
Davos’ta ‘one minute’ ile Dünya’nın efendilerine bu iddia yeniden deklare edildi.
3 alanda kapasitemizi geliştirmek, süper güç iddiamızın maddi düzeyde desteklenmesi lazım.
İlki Beşeri Sermaye kapasitemizi geliştirmeliyiz. Önce ülkem diyen, insani, vicdani bir ufuk taşıyan, 21.yüzyıl becerileri olarak ifade edilen becerilere sahip iyi yetişmiş insan kaynağı…
İkincisi ekonomik kapasitemiz;
Kendine yeterli, milli ve yerli kaynaklara dayalı, maliyetleri değil, finansı değil, üretimi önceleyen ekonomik yapı…
Üçüncüsü askeri kapasitemiz;
Yine milli ve yerli kaynaklara dayalı, satın alan değil, üreten bir savunma kompleksi…
2003’ten beri Türkiye yükseköğretimde ulaşılabilirlik ve kitlesellik olarak yansıyan atılımları ile beşeri sermayesine büyük yatırım yaptı. 19 yılda öğrenci sayısını 6 kat, akademisyen sayısını 3 kattan fazla arttırarak beşeri sermayesini önemli oranda iyileştirdi.
Bir eksikliğimiz var. Beşeri sermayedeki sayısal iyileşmeyi niteliksel iyileşme ile destekleyemedik. Daha doğrusu istenen düzeyde destekleyemedik. Bu eksikliği gidermek için yükseköğretim reformu başlığı altında, tematik üniversiteleri, araştırma üniversitelerini, reel sektörler ile uyum içinde öğretim programlarını hayata geçirilmesindeki eksikliklerimiz bugün için büyük bir maliyet üretmektedir. Beşeri sermaye kapasitemizi negatife etmektedir. Taşınamaz düzeye ulaşmıştır.
Süper güç iddiasının ikinci önemli bileşeni ekonomik kapasitenin geliştirilmesi boyutunda 2002’de 250 milyar dolarlık bir ekonomik kapasite 2012-2013’te 1 trilyon dolar psikolojik sınırından geri dönmüş, 750 milyar dolar civarına çıpalanmıştır. Bunda Gezi ile başlayan sürecin etkileri belirleyici olsa da acilen yapısal dönüşümü başarmak ve orta gelir tuzağından çıkmak zorundayız.
Burada anahtar rol, ileri teknoloji ürünlerinin üretimi ile enerjide dışa bağımlılıktan kurtulmak üzerinedir. Her iki değişken de beşeri sermayedeki değişimin ve savunma sanayiindeki kapasite geliştirmeye bağlıdır.
Enerjide yapımı devam eden nükleer santrallerimizin tamamlanması ve Karadeniz/Doğu Akdeniz’deki doğalgaz arama ve üretimi büyük önem kazanmaktadır.
Tabi bu zenginliğin korunması için güçlü bir savunma kompleksi…
Ekonominin yerli ve milli kaynaklara dayalı kapasite geliştirmenin kısa vadeli finansal maliyetine katlanıp, maliyet odaklı değil, finansal odaklı değil mutlaka ve mutlaka üretim odaklı değerlendirilmesi, üretim kapasitesinin geliştirilmesine odaklanmak milli güvenlik meselesidir.
Pandemi koşullarında ülkelerin birbirinin maske gibi, siperlik gibi, dezenfekisyon malzemesi gibi sağlık gereçlerine el koyduğunu hatırlıyoruz. Yani yerli ve milli kaynaklara dayalı üretim bir milli güvenlik meselesidir. Tercih değil, mecburiyettir.
Yine ABD’nin parasını ödediğimiz, proje ortağı olduğumuz F-35 savaş uçaklarımızı teslim etmediği düşünüldüğünde konu sanırım netleşmiştir.
Yani maliyeti ne olursa olsun kendimiz üremek zorundayız. Bu belki kısa vadede finansal dalga üretebilir ama yarınlarımızı güvene almak için katlanacağız.
Yerli ve milli ekonominin en önemli ve en stratejik parçası TARIM’dır;
Ciddi sorunlarımız var.
Hala yıllık ürün planlaması yapamıyoruz.
Tarım ürünlerinin tarladan tüketiciye transferini yapamıyoruz.
Bir öneri; Şeker pancarı üretiminde kullanılan kotaya dayalı sözleşmeli çiftçilik iyi bir model. Başta tahıllar olmak üzere hububat ve bazı hayvansal ürünler başta olmak üzere ana tarımsal ürünlere de bu model transfer edilebilir.
Umutlanıyoruz; tohum sektöründe dışa bağımlılığımız büyük oranda azaldı. Tohumculuk, gen ıslahı stratejik alandır, desteklenmelidir. Üniversiteler de Ar-Ge kapasitesini bu alana kanalize etmelidir.
Kendi insanını besleyemiyorsan büyük devlet olamazsın, süper devlet hiç olamazsın.
Yine geldik üniversite reformuna;
Beşeri sermaye sistemdeki en önemli değişken, beşeri sermaye için de üniversite reformu…
Ama bu, eski Türkiye’nin akademik klanları ile değil, Yeni Türkiye’nin gerçek bilim insanları ile olacaktır.
Kayseri Üniversitesinin akademik açılış töreninde ne demişti Cumhurbaşkanımız?
‘Bunların amacı akademik tekâmül değil, tetikçisi oldukları klanın devamlılığını sağlamaktır.’
1 milyon lira, eski para ile söylüyorum 1 trilyon lira yatırım yaptığımız, 8-10 yıl okuttuğumuz, doktorasını bitiren 50/D araştırma görevlisini işsizliğe mahkum eden bir yükseköğretim sistemi ile beşeri sermayeye nasıl yatırım yapacaksın?
Nasıl Ar-Ge yapacaksın?
Evet, yılda bin bir zorlukla 9000’e yakın doktora mezunu veriyoruz. Bu doktora tezlerinden kaç tanesi doğrudan reel sektörün bir Ar-Ge ihtiyacına göre yapılandırılmış!
Kendisine emanet edilen genç bir bilim insanının yüksek lisans ve doktora çalışma alanını ülkenin önceliklerine göre yapılandıramayan bir yükseköğretim sisteminden,
Kendisine emanet edilen lisans ya da ön lisans öğrencisini yetiştirme motivasyonunu gelecekte ‘mesleğim’ diyeceği sektörün iş analizine göre değil, var olan öğretim kadrosunun ders/mali önceliklerine göre yapılandıran bir yükseköğretim sisteminden ümit var değilim.
Yükseköğretim sistemi, eğer yukarda bahsettiğim reformu başaramazsa Türkiye’nin prangasıdır. Büyük devlet olma iddiamızı örseleyen yapıdır.
Ama başarırsa, bir başarırsa;
İşte Siz o zaman görün Türkiye’yi!