Türkiye ile İsrail anlaştı mı?

Seyfullah Koyuncu

Hamas, Katar'ın arabuluculuk yapması neticesinde İsrail ile ateşkes anlaşması yaptığını duyurdu. Hamas Lideri İsmail Haniyye, "Gazze şeridinde anlaşmaya vardık" ifadelerini kullandı. İsrail tarafı da Kerim Abu Selim kapısının yeniden açılacağını duyurdu. Anlaşmanın; Katarlı büyükelçi Muhammed El İmadi ile yapılan görüşmeler sonrasında imzalandığı ilan edildi.

Daha iki gün önce süregelen karşılıklı çatışmaların bir anda bu şekilde durulması bana çok ilginç geldi.

Bu tür anlaşmalar bugüne kadar çok fazla yapıldı. İsrail her zamanki gibi sözünde durmadı ve zulmetmeye devam etti. Bunun neticesinde de İsrail-Filistin hattında neredeyse bütün anlaşmalar hep ölü doğdu.

Fakat bu defa yapılan anlaşma biraz daha farklı gibi görünüyor. Bu gelişmeyi ben, çok klişe olan “Ortadoğu’da kartlar yeniden dağıtılıyor” mottosunun yerine “Doğu Akdeniz’de kartlar yeniden dağıtılıyor” şeklinde yorumluyorum…

Çünkü tüm dünyada dengeleri sarsan Doğu Akdeniz’deki enerji rezervleri o kadar geniş ki, ucundan kıyısından denkleme dahil olan her aktör çıkarını düşünerek adım atıyor. Asla yan yana gelmez denilenler anlaşma zemini yokluyor.

Bu yorumumun birbirinden farklı sebepleri var.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki; yine mi sırtımızdan hançerlendik, Katar da sattı bizi diyenler erken konuşuyor.

Hamas’ın, Katar’ın arabuluculuğunda bir barış anlaşması yapması Türkiye’nin dahli olmadan yapılmaz. Katar ve Hamas’ın Türkiye’ye yakınlığından bağımsız olarak, bunu düşünme sebebim de geçen hafta ortaya çıkan gelişmelerle ilgili.

Geçen hafta Hamas Lideri İsmail Haniye, Türkiye’ye gelmişti. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hamas lideri Haniyye ve yanındakileri ağırlaması başta ABD olmak üzere birkaç ülkeden tepkiler gelmesine yol açmıştı.

Bu gelişmeden birkaç hafta önce ise 20 Temmuz’da Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Katar Emiri Şeyh Temim ile 17 Ağustos’ta ise Libya Başkanı Fayiz es-Serrac’ın da katılım sağladığı toplantıda Katar Savunma Bakanı Halid bin Muhammed el-Atiyye ile toplantı gerçekleştirmişti. Toplantıya Genel Kurmay Başkanı Yaşar Güler de katılmıştı.

Katar arabuluculuğunda yapılan Hamas-İsrail anlaşması öncesi yapılan bu diplomasi mekiği, bana perde arkasında bu oyunun kurucusunun Türkiye olduğunun tartışılmaz bir gerçek olduğunu söylüyor.

Yunanistan'ın önümüzdeki günlerde Meis Adası'nı kullanmak suretiyle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile MEB anlaşması imzalayabileceğini duyurması ve geçtiğimiz günlerde AB’nin ortaya koyduğu tavır, bu düşüncemin güçlenmesinde de oldukça etkili oldu.

Bu cümleyi kurmak istemezdim ama Türkiye’nin bu hamleyi engellemesinin iki yolu var. Ya İsrail’le ya da Mısır’la Münhasır Ekonomik Bölge anlaşması imzalamak.

Türkiye’nin bunun dışında gideceği bir başka yol var mı derseniz. O da her şeyi göze alarak, karşısındaki şer cephesini de karşına alarak askeri olarak tüm riskleri almak ve gerekirse fiili savaşa girmek.

Aslında bugüne kadar bu riskleri zaten aldık. Fakat ne yazık ki sahadaki gücü diplomasiye yansıtmakta zayıf kaldık. Sözde Müslüman ülkeler bir tarafa, Akdeniz’e kıyısı olan aktörlerin çoğunluğu ile kavgalıyız.

Bunun haklı sebepleri tabi ki var. Terör devleti İsrail’le ya da Muhammed Mursi’nin katilleri ile dost olacak halimiz yoktu elbet.

Fakat gelinen noktada kazançlı olanın biz olmadığımız kesin. Bunu bir geri vites olarak değil dış politika manevrası olarak değerlendirerek sil baştan adımlar atmamız gerektiğine inanıyorum.

Tamam bu ülkelerle dost olmayalım ama ülke çıkarlarımızı da gözetelim. Özellikle Mısır konusunda somut adımlar yakındır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Mısır özelinde geçtiğimiz günlerde, ‘istihbarat birimlerimiz görüşüyor’ cümlesinin de bunun bir işareti olduğuna inanıyorum.

Bu pencereden bakınca Türkiye’nin İsrail ile ortak deniz sınırı anlaşmasını da olası görüyorum. Bu konuda Türkiye’nin elini güçlendiren gelişmeler de mevcut.

Üç ayrı yolsuzluk davasıyla iktidarı ve itibarı sarsılan Başbakan Netanyahu, kariyerinin en zorlu sınavlarıyla karşı karşıya. İsrail, Netanyahu’suz bir geleceğe hazırlanıyor. “Netanyahu’suz İsrail” ile anlaşmak, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türk kamuoyu için biraz daha açıklanabilir bir durum.

Dahası, İsrail’le imzalanacak olan bir MEB, aynı zamanda Mısır’ı da masaya çeker, Mısır’la imzalanacak bir MEB ise İsrail’i masaya çeker. Bunun yanında bölgenin diğer terör devleti Birleşik Arap Emirlikleri’nin de elini epey zayıflatır.

Bu manzarayı işaret eden bir diğer durum ise ABD’nin sessizliği. ABD’nin bu kadar sessiz kalması nasıl açıklanır?

ABD’nin bu tavrının arka planında da aslında Türkiye-İsrail anlaşmasının zeminini hazırlama kaygısı var bence.

Tam tersinden bakacak olursak da AB’nin köpek gibi saldırmasına, NATO’nun iki üyesi Türkiye ve Yunanistan’ın sıcak çatışma ihtimalinin artmasına ve NATO karşıtı olduğu bilinen Fransa’nın bölgeye burnunu sokmasına ABD’nin bu kadar sessiz kalması, Türkiye’yi İsrail’e mecbur etmek amaçlı da olabilir.

Burada İsrail’in en büyük kazancı ise Leviathan ve Tamar bölgelerindeki doğalgazı Türkiye üzerinden Avrupa’ya pazarlamak olacak. Çünkü İsrail şuan için gazını sadece Mısır’a satabiliyor.

ABD’nin kârı ise Rusya’ya olan enerji bağımlılığı nedeniyle hem net bir şekilde saf çizmeyen Avrupa devletlerini bu zaaftan kurtarmak, hem de bu enerji koridoru aracılığıyla ‘NATO’ya harcama yapın, gazınızı keserim haa’ kozunu ele geçirmek.

Türkiye’nin kârı ise bence daha fazla. Bir kere Yunanistan’ın bütün kozları elinden alınacak. İkinci olarak ise ele geçirdiği enerji koridoru ve görünürde İsrail, perde arkasında ABD yakınlaşmasıyla hem Körfez’e hem de Avrupa devletlerine hiza verilecek. F-35 konusunda da bir gelişme elde edebilecek. Hatta iş birliğinden kaynaklanan bağımlılıklar neticesinde Filistin meselesinde çok daha fazla söz sahibi olabilecek.

Kim bilir, belki bir gün Filistin ile de MEB anlaşması bile imzalamak mümkün olabilir.

Şunu bir kez daha tekrar etmem gerekir ki, İsrail’le ya da Mısır’la dost olmamıza gerek yok. Diplomatik olarak çıkarlarımıza göre hareket edelim yeter.

Yoksa popülist söylemlerle, sloganlarla; ne bölgenin ne Filistin’in ne Doğu Akdeniz’in ne de ki en önemlisi Türkiye’nin geleceğini ve haklarını koruyamayız.

Arap ülkelerinin ve hatta Hamas’ın bile diplomatik ilişki kurduğu, barıştığı bir ortamda biz kimin için ve ne için mücadele ediyoruz ki? Sahada güçlenmeden yapılan bir mücadelenin sonu hüsranla bitiyor. Türkiye’nin bölgeyi kurtarmak için önce kendini daha güçlü hissetmesi gerekiyor.

Doğu Akdeniz'deki konu öyle herkesin sandığı gibi sadece enerji değil, güvenlik sorunudur aynı zamanda.