İktisadi krizler siyasi krizleri, siyasi krizler iktisadi krizleri tetiklemekte, hangisi hangisinin nedeni ve sonucu olduğu konusunda ise kabul görmüş bir fikir birliği bulunmamaktadır. Küreselleşmenin reel ekonomide 1960’lı yıllarla birlikte siyasi ve ekonomik krizler sadece çıktığı ülkeyi değil, söz konusu ülke ile dış ticaret işlemlerine girişen ülkelerin ekonomilerini de etkisini altına almaya başladı. Bu sürece asıl ivme kazandıran unsur ise, üretim ekonomisinin gelişmesinden dolayı ortaya çıkan küresel gelir fazlasının, genelde gelişmekte olan ülkelerde seyretmekte olan yüksek enflasyonla bağlantısı nedeniyle, yüksek faiz oranlarından reel finansal gelir etme amacıyla mali sektör sistemine aktarılması, ülkeleri birbirine daha bağımlı hale getirdi. Gelişmiş ülke tasarruf fazlalarının öncelikle kısa dönemli gelir sağlamak amacıyla, gelişme yolundaki ülkelerin finansal sektörlerine yönlendirdikleri sıcak para yanı sıra, uzun vadeli verdikleri borçlanmalarla bağlılık düzeyi, üst seviyelere çıkarıldı. Gelişmekte olan ülkeler kendilerine, sonraki yıllarda telafi edemeyecekleri en önemli kötülük ve hatayı yaptılar. Finansal sektörlerine akan temel amacı yüksek kar olan ve en küçük ekonomik ve siyasi kriz olasılığı durumunda bile hemen ülkeden kaçacak nitelikteki küresel sermayeyi (sıcak para (hot money), mümkün olduğunca verimli (prodüktif) alanlarda değerlendirmek yerine, günlük sorunların çözülmesi amacıyla kullanma yoluna gittiler. Buna ilave olarak, batı ülkelerinin (ABD, Almanya, İngiltere, Fransa vb.) gelişmekte olan hatta geri kalmış ancak emtia zengini ülkeleri, sözde ekonomilerini geliştirme amaçlı kamuflajlı politikalarla borçlanmaya teşvik etmesi, tabir yerindeyse adeta paraya boğması, gelişmekte ve geri kalmış ülke yöneticilerinin de kolayına gelmesi nedeniyle, sanal mutluluk zinciri belli bir süre devam etti. Popülist politikaların ve yabancı ülkelerin tasarruflarına güvenerek ülke yönetme kolaycılığı uzun süreli olmayacak ve eninde sonunda bitecekti, öyle de oldu.
Günümüzde ise gelişmiş ülkeler, finansal sistem kanalıyla piyasaya aktarılan paralara rağmen bir türlü istikrarlı ve sürdürülebilir büyümeyi yakalayamaması ve üstelik özellikle Çin, Rusya ve Hindistan başta olmak üzere gelişmekte olan ülkelerin birçoğunun yüksek faizli borçlanmaya dayanan tuzağı görerek, ekonomilerini kendi yapılarına uyacak şekilde dizayn etmeleri nedeniyle, yıllardan beri sürdürdükleri üstü kapalı “zehirli elma şekeri” politikalarını bırakma süreci, Trump’ın seçilmesi ve kuyruğuna, Almanya’nın başını çektiği AB’nin takılmasıyla başladı. Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğuna dair kararın desteklenmesi için, Trump’ın mesleği olduğu emlakçılık mantığıyla ülkeleri, adeta parayla satın almaya çalışarak tehdit etmesi, yıllar önce uygulamaya koydukları politikaların, artık açığa çıkmasından başka bir şey değildi. BM’de yapılan oylama sonucunun ABD’nin, tüm dayatmalarına rağmen istediğinin tersi sonuçlanması, Trump’ın da bir şekilde rövanş alma peşinde fırsat kollayacak bir yapıya sahip olması, dünyanın siyasi kriz temelli başlayacak ve ekonomileri derinden etkileyip durgunluğa sürüklememesi, ancak iyi niyetli bir beklentidir. Küreselleşmenin tüm dünyayı kuşatması, ABD kararının tersine oy veren ülkelerin toplam ekonomik büyüklüğü açısından ciddi düzeyde olmasının siyasi restleşmeyle birbirini sarmal şeklinde tetikleyecek unsurlar barındırması, istikrarsızlığın ayak seslerinin daha güçlü duyulmasına yol açmaktadır. Ülkelerin istikrarsızlık ortamına yakalanmadan çıkmaları, reel sektör üzerine ekonomilerini inşa etmeleri ve buna uygun büyüklük ve derinlikte bir mali sektör (borsa, bankacılık) sistemini kurmalarına bağlıdır. Ancak o zaman Trump, Merkel, Yellen, Draghi, Dünya Bankası (WB), Uluslararası Para Fonu (IMF), Uluslararası Kredi Derecelendirme Kuruluşlarının (Fitch, S&P, Moody’s) genelde sübjektif yanlı konuşma, açıklama ve raporları, ancak o zaman sadece tehdit olarak kalmaya mahkum olur.
Soru: Gerçekleşen yüksek enflasyon, enflasyon beklentisini tetikler mi? Neden?
Sözün Gözü: Hayal gerçeği, gerçek hayali doğurur.