Bir ülke düşünün; o kadar çok Eğitim Bakanı değiştirmiş olsun ve Milli Eğitim Bakanlığı yapmamış neredeyse kimse kalmamış olsun…
Ve bir ülke daha düşünün; gençlerinin en delikanlı ve en verimli çağlarını zorunlu eğitime kurban etmiş ve ediyor olsun…
Neredeyse her yılına bir bakan düşen 12 yıllık zorunlu eğitimin ilk mezunu çocuklarımız bu sene üniversite sınavına girdiler. Dünyadaki birçok ülkenin nüfusundan çok olan 3 milyonu aşkın evladımız, gelecekleri için işaret koydular cevap kağıtlarına.
Geleceklerini karaladılar, desem de yanlış olmaz sanırım. Çünkü optik okuyucu karalanmamış şıkkı dikkate almıyor.
Gençlerimizi sınava tabi tutarken sunduğumuz şıkları, okumak isteyip istemedikleri hususunda sunmadığımız için ve onları zorunlu eğitime mecbur bıraktığımız için böyle bir kalabalık, uyandırılması mümkün olmayan bir karabasana döndü ülkemde.
Çok uzun yıllardır ülkemdeki sınavlar test yöntemi ile yapılıyor. Bir diğer adı çoktan seçmeli sorular…
Çoktan seçmeli sorulara, seçim hakkı vermediğimiz bir nesil tarafından verilen cevaplar, yalnızca o neslin geleceğini değil, bir milletin geleceğini ve kaderini şekillendirmenin yöntemi haline gelmiş durumda.
Maalesef ki durum bu!
Çocuklarımızın iki kelimeyi bir araya getiremediğini, meramlarını başı sonu belli cümleler ile anlatamadıklarını, ‘aynen’ kelimesi lügatten çıkarılırsa bu çocukların lal olacağını şikayet edasında hep söyleyegeldik.
Yine hep söyleyegeldiğimiz üzere, test yöntemi yüzünden çocuklarımız tanım yapma kabiliyetini yitirdiler.
Tanım yapmak, cümle kurmayı gerektirir. Cümle kurmak düşünmeyi gerektirir. Düşünmek; bilgiyle beraber karşılaştırma yapmayı, tahlil yapmayı, tespit yapmayı, analiz yapmayı, sebep-sonuç ilişkisinin tahayyülünü içinde barındırır ve kurulan bir cümle ile düşünce ete kemiğe bürünür, hayat bulur.
Test yöntemi, insanı bütün bu zahmetlerden(!) güya kurtarmakta, kurduğu cümleler ve sunduğu şıklar ile insanın işini kolaylaştırmaktadır. Bu sahte doğrunun kabulü, “zahmetsiz işin rahmeti olmaz” ilkesini de unutturmuştur zihinlere.
Meselenin niçinine ilişkin sorular sorulmayınca, test yöntemi sanık sandalyesine hiç oturtulmadı. Bir neslin zihnini iğdiş eden çoktan seçmeli sorulara, bunun hesabı hiç sorulmadı.
Milli Eğitim, kendi içinde bir müfredat mücadelesine girmiş durumda fakat bütün öğretmenlerin dilinde şikayete dönen gölge müfredat, başarı tespitinde tek yöntemin test yöntemi olduğunu kabul ettirmenin keyfi ile saltanatına devam etmektedir.
Eğitim camiasının yerel idarecileri de okul başarısını merkezi sınavlarda gösterilen başarıya endekslediklerinden, bu gölge müfredatın sadık destekçileri olarak kutsal görevlerine devam etmektedirler.
Çocukken okulda başarılı olamadığı için, testlere doğru cevaplar veremediği için iş hayatına atılan ve başarılı bir iş insanı olan kişinin yaptırdığı okuldaki başarı kriterinin, bir okul yaptırabilmek değil, bir testin bütün sorularını cevaplamak olarak kabul edilmesi, ne büyük bir tutarsızlıktır!
Ne zaman bir okulun başarısı, merkezi sınavlarda gösterilen başarı ile değil mezun ettiği çocukların vatanlarını canlarından aziz bilmeleri ile, mezun ettiği çocukların suça karışmayışıyla, mezun ettiği çocukların sivil toplum örgütlerinde aldıkları yük ile, mezun ettikleri çocukların bireysel yarardan ziyade toplumsal faydaya odaklanan projelerde ter akıtmasıyla, mezun ettiği çocukların devlete ihtiyaç duymadan ve ebeveynlerini fedakarlığa mecbur bırakmadan hayatlarını kazanacak duruma gelmeleri ile ölçülecek olursa, işte o zaman bir neslin ve bir milletin geleceği için kaygı duymaya gerek kalmayacak.
Profesör olduktan sonra kalem oynatmayı kendine yük sayan koca koca hocalarımızın unvanlarını korumaları, mezun ettikleri çocukların yüklerini aldıkları, onları takip edebildikleri ölçüde mümkün olması halinde, bu, bir güzel vefa yurdunun kapılarını açmaya namzet bir inkılap olacaktır.
Benim bundan hiç şüphem yok fakat kat edilecek çok mesafe var. Çünkü henüz bu yola revan olmuş milli bir eğitim sistemi ile çocuklarımızı buluşturmuş değiliz, maalesef.
Kavramlara boğulmuş yeni müfredat, dostlar alışverişte görsün, kabilinde hazırlanmış gibi bir hissiyat uyandırıyor insanda.
Mesele, kavramlara sevdalı slogan insanı yetiştirmekse, böyle devam edilsin.
Yok, mesele, kavramaya sevdalı aksiyon insanları yetiştirmekse, bu sistem ile, bu test yöntemi ile, bu gölge müfredat ile olacak iş değildir bu.
Üniversitelerimiz bile test yöntemi ile tespit ediyor, güya başarıyı. Cümle kurmadan mezun olan öğrencilerimiz bile var, galiba.
Şunu itiraf etmeliyim:
Yeni üniversitelerin açılmasına sevinmiştim ve bu yeni üniversitelerin, akademi camiasında köşe taşlarını tutmuş dinozorların fikriyatının milletin kaderine etkisini kırmayı ve yeni bir tahayyül kabiliyeti oluşturmayı amaç edineceklerini düşünerek, hüznü-zan beslemiştim.
Çok yanılmışım.
Geldiğimiz noktada; zorunlu eğitim ile hayattan uzaklaştırılan çocukların üniversitelere doldurularak devlete yük olma unsuruna dönüştürüldüğünü ve bir milletin gençlik kuvvetinin bu kadar hoyratça harcandığını görmek, ne kadar acı!
Bu acı ahval içinde diyorum ki; hem zorunlu eğitim kaldırılmalı hem de test yöntemi ile başarı tespitine behemehal son verilmelidir.
Ve mümkünse, açılmış olan yeni üniversitelerin birçoğu tez zamanda kapatılmalıdır.