1 Kasım yaklaştıkça tansiyonun yükseleceği, provokasyonların artacağı beklentisi vardı. Beklentiler maalesef gerçekleşiyor. Her gün güvenlik kuvvetlerimize, kamu görevlilerimize ve masum insanlarımıza karşı düzenlenen planlı, programlı eylemler hepimizin canının acıtmaya devam ediyor.
Dünya medyasında böyle bir olay nedeniyle manşet olmamız veya yabancı devlet adamlarının yetkililerimizi aramak suretiyle başsağlığı dileyen mesaj vermeleri hoşumuza gitmeyen şeyler. Başarı, kardeşlik ve barışla anılmamız gerekiyordu aslında. Milletimiz bunu hak ediyor(du).
Lakin, içeride ve dışarıda konuşlanmış hainler buna izin vermiyor. Ülkemizi, siyasetimizi ve medeniyet yolculuğumuzu durdurmaya çalışıyorlar. Bulmuşlar taşeron hainleri, tepe tepe kullanıyorlar.
Cumartesi düzenlenen eylem, terörün kanlı yüzünü tekrar görmemize neden olan ve terör dönemini yeniden başlatan, Suruç saldırısını hatırlatıyor. Neredeyse benzer ideolojilere mensup kitlelerin üzerine gönderilen canlı bombalar, üzerleri aranmak için sıra bekleyen kişileri hedef alıyor.
Hayatını kaybedenler arasında bu kez bir HDP milletvekili de var. Suruç’ta böyle bir şey olmamıştı. O dönemde olmamasının tesadüf olup, olmadığı tartışılmıştı. İlk bulgular terör saldırısının PKK’lı teröristler tarafından düzenlendiği yönünde. Aslında IŞİD tarafından gerçekleştirilse de netice değişmeyecek. Nihayetinde tüm eylemler Türkiye düşmanlarının hanesine kâr olarak yazılıyor. Tüm eylemler belli mihraklar tarafından planlanıyor.
Asıl soru, bu eylemlere sağduyulu insanlar hangi karşılığı verecek, şeklinde formüle edilebilir.
Kanaatimce hainlerin talep ve beklentileri neyse, o yönün tam aksi istikamette karşılık vermek gerekir, diye düşünüyorum. İnsanımızın karamsarlığa sürüklenmesini, korku ve tedhiş ortamının hâkim olmasını, seçmen tercihlerinin değiştirilerek birilerinin mağdur algısından yararlanmasını, Türkiye’nin içeride ve dışarıda olup, bitenlere yeterli ve güçlü tepkiyi vermesini engellemeye çalışıyorlar.
Öyleyse, resmi makamlar ve vatandaşlar tam aksi yönde reaksiyon göstermelidir. Onlara bekledikleri değil beklemedikleri, bizden istedikleri değil istemedikleri tepkiyi verebilirsek oyunları bozulabilir. Bu kolay bir şey değil tabii ki.
Arkadaki üst akıl, yani hain güç, canımızı acıtmak istiyor. Evet, canımız acıdı. Terör hepimizi üzüyor. Korku havası estirme derdinde.
Ama biz bu oyunu daha önce müteaddit defalar gördük. 12 Eylül döneminde, 90’lı yıllar boyunca ve yakın dönemlerde hep aynı oyun sahnelendi. Tamamına yakınında netice aldılar.
Bu kez tahammülümüz yok. Ülke tarihinin en kanlı terör saldırılarından birini gerçekleştirdiler. Bu sayede HDP’nin yelkenlerini şişirecekler, belli partileri ittifaka zorlayacaklar, terör destekçileri ve mensupları arasında azalan morali ve direnci artıracaklar.
Bu oyuna gelenler olacaktır; sergilenen tiyatroya inananlar bulunacaktır. Ama toplumdaki derin vicdan ve irfan sahipleri uyanık olmak durumunda. Karamsarlığa sürüklenmeden, lakin olayları ve gelişmeleri sağlıklı bir şekilde değerlendirerek yaklaşmak gerekiyor.
Burada sağduyu sahibi kesim parti kaygılarından kurtulmak, ideolojik takıntılarından arınmak durumunda. 7 Haziran seçimleri istikrar adına topluma bir umut vermemişti. 1 Kasım’dan umduğumuz şey, istikrarın gelmesi, hakka ve hukuka inanan kadroların bizi yönetmesi.
Olaylar bu haddeye geldikten sonra hala kısır çekişmelere, parti içi hesaplaşmalara veya dar kapsamda menfaatlere yoğunlaşmaya prim verenlere yazıklar olsun. Bunlar var elbette. Yok diyemezsiniz. Fakat toplumun ekseriyetinden, siyasetçilerin çoğundan beklentimiz bu hainlere destek olmamaları.
Hangi partide oldukları önemli değil. Her yerde var böyle tipler. Şahsi menfaatlerini hainlerle birleştirebiliyorlar bunlar. ‘Şu – bu’ veya ‘Ali – Veli’ derdinde adamlar. Şehir elden giderken, ‘meleklerin cinsiyetini tartışan’ ahmaklar. Bunlar vekil olabilir, hatta bakan bile.
Bu dönemde sorumluluk almak, ateşten gömlek. Hiç de heves edilecek bir şey değil hattı zatında. Aklıma milletvekili olabilmek için türlü entrikalar çevirenler geliyor da acıyorum kendilerine. Siyaset ve idarede sorumluluk makamları ancak zorla tevdi edildiğinde kabul edilebilecek yerler.
İnancımız da bunu emretmiyor mu?