Basit gibi görünen meselelere kalıcı çözümler bulamayınca yine her şeyi başa sarmaya başladık. 29 Ekim törenleri, andımız tartışması, Türkçe ezan derken sıra geldi Atatürk’e hakarete… Bundan sonra ise cami cemaatine hakaret, başörtülülere saldırı, üniversitelerde başörtülülere taciz vb. görürsek de şaşırmayalım.
Türkiye’de bazı olaylar ortalama 10 yılda bir tekrarlanıyor. Nedense toplumun büyük bir kısmı da sanki bu olay ilk kez yaşanmışmış gibi tepki veriyor. Şimdiki senaryo da gayet açık, yerel seçimler öncesi yeni bir gerilim oluşturmak. Her hafta yapılan bir hamle ile ateş yavaş yavaş harlanıyor. Gerilimin artırılmasıyla birlikte yerel seçim öncesi 2007’de olduğu gibi cumhuriyet mitingleri tarzı bir seri eylemde başladı mı işlem tamam… Yerel seçimi hangi parti kazanmış önemli değil, bu gerilim atmosferinde Türkiye güçten düşsün, bölgesel sorunlara, ekonomisine odaklanmak yerine kendi iç meselesiyle uğraşsın yeter. Bu oyunu kuranların tek amacı bu.
Peki, oyun bu kadar açıkken biz ne yapacağız. Sıradan vatandaş olarak öncelikle uyanık olacağız. Özellikle sosyal medyada gördüğümüz her habere teyit etmeden balıklama atlamayacağız. Hem kurulan oyuna yenik düşüp, hem de bu bir oyundur demenin bir faydası yok. Medya da sağduyulu haber yapsın, insanları gereksiz yere germesin diyeceğim ama olmayacak şey için kelime israf etmeye gerek yok(!) Sırf birkaç tık fazla almak için en basit haberi bile abartarak veren medya, bu tarz provokasyon kokan haberleri daha bir ballandırarak veriyor. Burada asıl görev hâkim ve savcılara düşüyor. Provokasyon olduğu çok açık olan eylemlere karşı net bir tavır alıp gereken cezalar verilmeli. Cezalar arasında da belli bir mantık olmalı. Birine öyle, birine böyle ceza verildiği zaman insanların adalete olan güveni de doğal olarak sarsılıyor.
10 Kasım günü saat 9’u 5 geçe çarşaflı bir üniversite öğrencisi saygı duruşunda bulunanları provoke etti. Doğal olarak da tepki gördü. Fakat dava açılış nedeni olaydan daha fazla gündemi meşgul etti. Mesele Atatürk’e hakaret değildi. Atatürk bir ilah değildir demek Atatürk’e hakaret etmek anlamına gelmiyor. O öğrenci hakkında provokasyon yapma, kabahatler kanunu kapsamında işlem yapılmalıydı. O öğrenci masum, dedikleri ifade özgürlüğüne girer falan diyen de kusura bakmasın saçmalıyor. Kimse Atatürk’ü sevmek zorunda değil, 10 Kasım törenlerinde saat 9’u 5 geçe saygı duruşunda bulanmak zorunda da değil. Lakin yine kimsenin o gün o saatte Atatürk’e kendilerince saygı gösteren insanlara hakaret edip, küçümsemeye de hakkı yok. O üniversite öğrencisinin tutuklanması saçmaydı, birkaç gün sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Bu tarz ucuz provokasyonlara yeltenenlere, verilebilecek en üst sınırdan para cezası verilmeli ki bir daha aynı olaya yelteneceklere ders olsun. Bunları hapse atmak, ucuz mağduriyet üzerinden kahraman yaratmaktan başka bir şeye yaramaz.
O olaydan birkaç gün sonra yine ne hikmetse çarşaflı bir kadın Atatürk heykeline zarar verdikten sonra yakalandı ama serbest bırakıldı. Aslında o kadının tutuklanması gerekiyordu. Atatürk’e hakaret var, kamu malına zarar vererek toplumu provoke etmek var ama serbest. İşte hâkim ve savcıların bu iki olayda olduğu gibi verecekleri her çelişkili karar gerilimi daha da artıracaktır.
İnsanların inançlarına, saygı duydukları değerlere bodoslamadan hakaret etmeye, küçümseyip dalga geçmeye kimsenin hakkı yok. Atatürk konusunda söyleyecek sözün varsa uygun zamanda uygun bir şekilde söylersin. Hem provoke edeyim hem de ifade özgürlüğü kabul edilsin, yok öyle(!) Düşünsenize; bir derbi maçı öncesi taraftar stada girmek için turnikelerin önünde sıraya girmiş, oradan geçen bir hanım abla da “22 kişinin bir top peşinde koşmasını izlemek için üste para vererek sıraya girmiş bekliyorsunuz, siz salak mısınız” dese ve o kalabalık taraftar grubu da kadına tepki gösterip, işin sonu şiddete varsa, o kadın ifade özgürlüğünden yırtabilir mi? bütün mesele bu…