Peşine düşüp gittiğimiz sınırlı/kısıtlı hayatın kucağımıza bıraktığı uğraşlar, koşuşturmacalar, kaygı ve algılar hakiki bir hayatı yaşamaya imkân vermiyor. Bu hal sadece bireysel hayatlarımızı kuşatmış değil devletlerin de uğraşısı yüksek idealler ve huzurlu, mutlu, derinlikli amaçlar doğrultusunda ilerlemiyor.
Modern hayatın bize dayattığı harcayarak mutlu olma ve harcamak için daha fazla kazanma duygusu, bir duygu olmaktan çıkıp gereklilik ve zorunluluk halini aldı bile. İnsanoğlu teknik konusunda ilerledikçe devasa bir karmaşa içine girdiğini göremedi ya da gördü de görmezden geldi.
Batı dünyasının coğrafya ve sınır tanımadan sahiplenme, gütme, kontrol etme iştahı başta gündelik hayat olmak üzere neredeyse tüm dünya düzeninin işleyişini başkalaştırdı. Sığ, basit ve çoğunlukla menfaat üzerine kurulu, “kazanmak” ana fikirli yaşam şekli, manevi ve metafizik dünyayı hayatın dışına itmeye yemin etmiş gibiydi.
Politikalar çoğunlukla o ülke vatandaşlarının rahatı, huzuru, sükûneti, sühuleti için üretilmiş olmalıydı. Fakat garip bir şekilde kimi ülkeler içlerindeki hedefleri gerçekleştirmek için başka ülkelerdeki düzeni bozmak çabasına girdiler. Bu çaba toplumun huzurunu ve refahını gerçekleştirmek yerine daha sorunlu alanlar oluşturdu.
Bir taraftan çağın getirdiği karmaşık, zorlu ve hızlı yaşama şekli diğer yandan siyasi ve ekonomik çekişmeler, devletlerin giriştiği çıkar ve alan kapma savaşları, hakikatle olan bağımızı zayıflatıp, iç dünyamızın tezyin ve tertibini ötelemiş oldu.
Gerek devlet ve ülke olarak gerekse fert olarak bu dünyanın sadece görünenden ve sanal bir gerçeklikten ibaret olmadığını kavramamız gerekiyor. Bize yaşatılmak istenen romantik ve fiziksel hayatın hakiki ve derin bir anlam arayışına ket vurduğu barizdir artık. Duyguların birer alet haline geldiği, hislerin araç olarak kullanıldığı geçici bir dünyayı yaşamaya gayret ediyoruz.
Ruhun mutmain olması, kalbin sükunetle atabilmesi, insanın kendi varlığına bir anlam yüklemesi, günümüz dünyasının çok da umurunda değil. Oysa yüksek idealler, kendini gerçekleştiren fikirler, sanat ve ahlak bizatihi bireysel bir yola çıkış olsa da nitekim tüm insanlığın meselesidir. Dünya gailesi şimdilerde bireyden devlete, fertten halka tüm ağırlığı ile sirayet etmiş durumda. Bu gaile ile uğraşırken kalbin ve ruhun çaresizliği gittikçe çoğalıyor.
Estetik bakış açısı, sanatın gözde ve gönülde oluşturduğu yüksek duygu ve coşku hâli, metafizik dünyanın insana kattığı değer gittikçe kayboluyor. Sıradan ve olağan işler peşinde, sanki olması gereken budur algısıyla peşine düştüğümüz mevzular, hakiki meselelerimiz değiller.