Tekrara düşme pahasına bu satırlarda, aynı şeyleri defalarca paylaştık.
İşte, onlardan birini bir kez daha paylaşıyorum.
Demiştik ki:
“Gerçek idareci; kurumunun ak saçlılarını kurumun yürüdüğü yola ışık eden, kurumun gençlerini de o yola aşık eden, devletin kuruşunu milyar değerinde harcayan ve emir vermeden iş yaptıran insandır.”
Evet, böyle demiştik eskiden fakat bu tespitin eskimesine, geçerliliğini yitirmesine imkan yok elbet.
Hepimizin malumu olduğu üzere, devlet, beytülmalden gelen tehlike çanları üzerine bir dizi tedbire başvurmak zorunda kaldı.
İtibardan tasarruf olmaz, diyerek kibirlerini büyüten vakarsız şahısların enaniyetleri ve öngörüsüzlükleri, devleti böyle bir takatsizliğe düçar etti.
Tedbirler arasında, adeta israf ve şatafatın toplanma merkezi olan makam araçları da yer aldı, kaçınılmaz olarak.
Makam araçları ile sürülen saltanatı sonlandırmak, devletin aklına gelen ilk tedbirlerden biri oldu.
Devletin işinde kullanılsın diye tahsis edilen makam araçlarını, evine gidip gelmek için kullanan şahıslar devletimin gözüne batmış olmalı ki devlet böyle bir tedbire tevessül etmek zorunda kaldı.
Bu tedbir nedeniyle, birçok yönetici gördüğünden geri bırakıldı.
Atalarımın; “Allah, kimseyi gördüğünden geri bırakmasın!” şeklindeki duası, hiçbir imtihana tabi tutulmadan o makamları işgal eden bu şahıslar için bir imtihan sebebi oldu.
Sebepsiz, yaprağın bile kımıldamadığını bize öğreten bu hayat, bu imtihanı da sebepsiz ortaya koymadı, elbet.
Tasarruf tedbirleri, aynı zamanda yönetici tayinindeki isabeti ya da isabetsizliği de ortaya koyması açısından, bir ayna vazifesi gördü.
Devletim, makam aracı saltanatına son verince, yönetici unvanına sahip şahıslar kendi araçları ile gidip gelmeye başladılar.
Şu husus tarihe not olarak düşülsün ki; bal tutana parmak yalatan, baldan haberi olmayanın karnına taş bağlatan sistem, Türk Milletinin yüz karasıdır.
Tam da burada her Türk evladı, bu sistemden nemalanan yöneticilere şu soruyu sorma hakkına sahiptir:
“Ey yönetici! Devletimin yanlış olduğunu tespit ettiği bu hususu, niçin sen en başından beri öngörüp de o makam araçlarını sadece kurumundaki işler için kullanmadın? Niçin evine gidip gelmek için, cumartesi pazar ayırımı, tatil, piknik ayırımı yapmadan hoyratça o aracı kullandın ve devletimi böyle bir tedbire muhtaç ettin?
Evet, milletin her evladının bu soruları sorma hakkı olduğu gibi, bunlara haklarını helal etmeme hakları da var.
İlgili yöneticilerin, mevzuatın müsaadesini bahane ederek bu soruya verecekleri cevapların hiçbir kıymeti-harbiyesi yoktur. Verebilecekleri en kıymetli ve onurlu cevap; niçin ben bunu devletimden önce düşünemedim, diyerek istifa etmeleridir.
Eden var mı? Duymadım.
Bu ahval içinde şunu gerçekten merak ediyorum:
Altlarından alınan araçlar kendisi için imtihana dönmeyen ve bunu önceden öngören güzel insanlar var mı acep, aramızda?
Gördüğünden geri bırakılmak zorunda kalmayan, feraset ehli yöneticilerin sayısı, bir elin parmaklarını geçer mi acep?
Devletim tasarruf tedbirlerine ihtiyaç duymazken bile, kendisine tahsis edilen makam aracını yalnızca kurumunun işlerinde kullanan, evine gidip gelmek için bu araçlara kontak dahi açtırmayan, eve geliş gidişler için kendi aracını ya da varsa servisi kullanan, şimdi uygulanan tasarruf tedbirleri kapsamında altından alınan araçtan dolayı başını önüne eğmek zorunda kalmayan eli öpülesi idareciler, hangi kurumların talihi acaba?
Şayet böyle insanları bilen, gören dostlar var ise ve haber verirlerse, bu insanların elini öpmek ve bu insanlardan el almak hepimizin vazifesidir.
Böyle bir olgunluk, devlet nezdinde de karşılık bulmalı ve bu güzel insanlar, nesli tükenmek üzere olan kültür varlıkları listesine eklenmelidir.
Latife bir yana, devletim böyle güzel insanların sayısını artırmak ve bu insanların ahlak ve ferasetini tüm bürokrasiye yaymak zorundadır.
Bu satırlarda; gayret ve kabiliyetin kurbiyete mağlup edilmemesi gerektiğini, yüzlerce kez haykırdık.
Şunu net olarak söyleyebiliriz ki; şayet devletim idareci seçiminde gayreti ve kabiliyeti öncelemiş olsa idi, kurbiyet ile kurumları kirletmemiş olsa idi, devletin bekası için lazım gelenin para harcamamak değil insan harcamamak olduğunu görebilmiş olsa idi kesinlikle bu tasarruf tedbirlerine ihtiyaç duymazdı.
Vatanını seven, milletine vefalı olan, kurumundaki makamını helal kazancının mekanı bilen, adaleti dilinde değil fiilinde güzelleştiren, yetkisini husumetine alet etmeyen güzel insanlar yetki almış olsa idi beytülmalden böyle bir çığlık duymazdık.
Olan oldu fakat devletim para harcamayı kesse de insan harcamaya devam ettiği müddetçe, beytülmalden gelen çığlıkları dindirebilmesine imkan yoktur.
Devletim, meselenin para harcamak değil insan harcamak olduğunu bilmek, bilen evlatlarına görev vermek, insan harcamaya son vermediği müddetçe değil tasarruf edilecek para, harcanacak para dahi bulamayacağı günlerin mukadder olacağını görmek zorundadır.
Devletim; yetki makamlarını kurbiyeti kuvvetli olanlara değil, ahlakı, gayreti ve kabiliyeti kuvvetli olan, mezuniyeti yeterli olan evlatlarına açmak zorundadır.
İnsan kaynağımız boşa harcanıp heba edilmezse, kendini bilen, işinin ahlakını bilen, devletini bilen kıymetli evlatlar, beytülmale gözü gibi bakacaklar ve delikli kuruş dahi milyar değerinde harcanacaktır.
Ve özlemini çektiğimiz gerçek idarecilere, ak saçlıları yola ışık eden, gençleri de o yola aşık eden, hak deyince akan suları durduran güzel insanlara kavuştuğumuzu görmek mukadder olacaktır.
Bundan kimsenin şüphesi olmasın.