Meşhur Nasrettin Hoca fıkrasıdır; Hocaya demişler: Hocam bize bir keramet göster. Hoca tamam demiş. Karşıda bulunan ağaca seslenmiş. ‘Ağaç gel buraya demiş.’ Ağaçta herhangi bir hareket olmayınca, bunu üç defa tekrarlamış. Ağaç gelmeyince; ’Büyüklük bizde kalsın biz ağaca gidelim’ demiş.
İnsanları kırsala çekemiyorsak, tarımı şehre getirmenin yollarını arayacağız. Türkiye’de cumhuriyetin ilk yıllarında şehirdeki nüfusun toplam nüfusa oranı %25 iken ve kırsaldaki nüfus %75 iken bugün tam tersi olmuş, Şehirdeki nüfusun oranı %75 kırsaldaki nüfusun oranı %25 olmuştur.
Bu durumun aynısı tüm dünyada da Türkiye’ye paralel olarak değişmiştir. Kırsaldan kente göçüş Türkiye de olduğu gibi dünyada da bir realite. Bunun sosyal, kültürel, ekonomik, sosyolojik ve siyasi birçok nedeni var. Dünya nüfusunu 2050 yılında dörtte üçünün şehirlere taşınacağı, Türkiye’de de bu oranın biraz daha yükseleceği 2053 ye kırsal nüfusun %10 un altına düşeceği tahmin ediliyor. Bunun nedenlerini, niçin böyle oluyorunu başka bir programa bırakalım.
Bugün insanları kırsala çekmek için çok ciddi destekler ve cazip yatırım teşvikleri veriliyor. Ama yine tersine bir göç gerçekleşmiyor. Köylerdeki nüfus azalıyor ve yaş ortalaması yükseliyor. Bir nesil sonrası köyde yaşam yok denecek kadar az olacak. Köyde yaşayanların çok büyük kısmı da emeklilerden oluşacak, bunlar da ticari anlamda üretim yapmadıkları için kırsalda yaşayanlar grubunda olmayacak.
Nüfus artıyor, ihtiyaçlar artıyor, kırsalda da aksine nüfus azalıyor. Peki artan gıda ihtiyacı nasıl karşılanacak?
Bize göre olacak olan kırsaldaki tarım arazilerinin birleştirilmesi, toplulaştırılması akabinde de devletin bu arazileri tarla sahiplerinden kiralaması... Devletin insiyatifinde olan bu toprakların ya devlet tarafından işlenmesi ya da büyük şirketlere kiralaması.
Bu belki uzun bir süreç alabilir ama ondan öncesi tarımı şehre taşımak bu gıda ihtiyacını karşılamak için elzem gibi duruyor. Tarım insanları çağırıyor, topraklar insanları çağırıyor gıdalarını onlara vermek için ama insanlar bu çağrıya kulak vermiyor. Tabiri caizse tarımda büyüklük ben de kalsın değip onları doyurmak için şehre insanların ayağına geliyor.
Bu çerçeve yeni anlayışlar, yeni bakış açıları yani paradigmalar oluşmaya başladı. Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi, "Cumhuriyet'in ikinci yüzyılına" yönelik hazırlanan yeni tarım, orman ve hayvancılık modeliyle ilgili çalışmalar yaptıklarını söylüyor.
Bu çalışmalar arasında yeni destekleme modelinden yapılacak yasal düzenlemelere, arz güvenliğine yönelik planlamadan dijital tarıma ve yeni projelere kadar detaylar yer alıyor.
Bu yeni programla salgın, iklim değişikliği, tarım arazilerinin azalması, göç, jeopolitik riskler, gıda milliyetçiliği, tarım ve gıdada tekelleşme, tüketim artışı, artan maliyetler gibi sorunlar "yeni normal" dönemini tanımlıyor. Tarım ve gıdadan su ve enerjiye kadar alanlarda bu döneme uygun adımlar atılarak üretim ve arz güvenliğinin sağlanması planlanıyor.
"Sen üret yeter" sloganıyla hayata geçirilecek yeni vizyonla birlikte destekleme modeli de değişecek. Bu kapsamda, desteklerin sadeleştirilmesi öngörülüyor. Üretim öncesi izin uygulamasıyla birlikte ekim öncesi ayni destek ve hasat sonrası fark ödemesi yapılması planlanıyor.
Sözleşmeli üretim, üretim öncesi izin ve tarımsal kayıtlılığın artırılması konularının Tarım Kanunu çerçevesinde ele alınması öngörülüyor. Ayrıca, Çay Kanunu, Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu, Su Kanunu ve Mera Kanunu gibi yasal düzenlemelerin hayata geçirilmesi hedefleniyor.
Bakanlığın odak noktası, stratejik ürünlerde arz güvenliği olarak belirleniyor. Bunun için Arz Güvenliği Takip Sistemi kurulacak. Böylece hem tarımsal piyasalara yönelik analiz çalışmaları yapılacak hem süreçler izlenerek alınan kararlar desteklenecek.
Kırsala yönelik projelerle de buralardaki imkanların artırılması öngörülüyor. Pilot Köyler Projesi uygulanarak kırsaldan göçün azaltılması, tersine göç, üretimin artırılması, genç-kadın çiftçi ve kırsalda refah hedefleniyor.
Gelir koruma sigortasının yaygınlaştırılmasıyla gelirin istikrara kavuşturulması ve üretimde sürdürülebilirlik amaçlanıyor.
Küçük aile işletmelerine hayvancılık desteği de kırsala yönelik adımlardan birini oluşturuyor. Mevcut ahır ve ağılların fiziki koşullarının iyileştirilmesiyle buzağı ve kuzu ölümlerinin önlenmesi, et ve süt veriminin, hayvan refahının ve gelir seviyesinin artırılması, göçün azaltılması öngörülüyor.
Meraların ıslahında sürdürülebilirliğin sağlanması da planlar arasında bulunuyor.
Bu program uygulanırsa çok güzel olur. Ancak uzun vadede kırsaldan şehre göçü durduramayacak.
Bu yeni vizyonda dikkat çeken bir şey daha var. Kent tarımı kavramının artık gündelik dilimize giriyor olması.
Yeni vizyonla birlikte "Kent Tarımı Modeli" de uygulanmaya başlanacak. Bu sayede üretim ve tüketim merkezleri yakınlaştırılarak şehirde yaşayanların taze ve ucuz sebzeye erişiminin sağlanması hedefleniyor. Lojistik maliyetlerinin düşürülmesi, zayiatın azaltılması ve istihdamın artırılması da hedefler arasında bulunuyor.
Sürdürülebilir kent gelişimi, kendi kendine yeten bir şehirle mümkün olacaktır. Şehirde tarım kavramı son dönemlerde bir zorunluluk haline geliyor. Tarımı şehre çağırmak, Tarımı şehre getirmek, şehrin kaynaklarıyla, şehir içinde şehrin gıdaya daha ekonomik ulaşımını sağlamaya yardımcı olacaktır.
Şehirde tarımı mümkün kılmak yerel ölçekte kalkınmaya, gıda güvencesine, yoksulluğun ortadan kalkmasına, şehir atıklarının değerlendirilmesine biyoçeşitliliğin sürdürülmesine, şehrin yeşillendirilmesine de önemli katkıda bulunacaktır.
Tarım artık milli bir mücadele alanıdır. O yüzden tarım bakanlığının isminin de artık Milli Tarım bakanlığı olması gerektiğini düşünüyoruz.
Tarımsal üretimde yeni paradigmalar oluşuyor, tarım adeta yeniden tanımlanıp, üzerine yoğunlaşılıyor. Tarımsal üretim artık sıradan bir ticari faaliyet olmaktan çıkıyor. Ticari faaliyette aslolan kar-zarar ilişkisi söz konusudur. Karlı ise yapar, karlı değilse ya da dışarıdan daha ucuza mal edilirse yapılmayabilirdi. Şu ana kadar bu mantığın izah edilebilir bir yanı vardı. Dünyanın gidişatı tarıma artık bu perspektiften bakılmayacağını bize gösteriyor.
Tarımsal üretim karlılıktan dolayı tercih edilecek bir alan değildir artık. Önceden tarımsal ürünlerde eğer muadili dünya piyasasında uygunsa, oradan temin edilebilirdi, kendi çiftçisini de çok mağdur etmeden.
Dünyada tarımın ekonomik bir faaliyet olmaktan, hatta stratejik bir faaliyet alanı olmaktan çıkıp bir silah olarak kullanıldığı zamanları yaşıyoruz. Pandemi ve güncel olarak yaşadığımız Rusya-Ukrayna savaşı, tarımı bir silah haline getirmiştir. Artık ülkeler birbirlerini konvansiyonel silah tehdidinin yanı sıra tarım ürünleri satışlarını kesmekle tehdit eder hale gelmiştir. Bu anlamda düşünüldüğünde tarım ulusal güvenlik sorunu halini almıştır.
Bu anlamda her kurum üzerine düşen görevi yaparken, kent yönetimi anlamında belediyelerde gıdanın temini ve güvenirliği anlamında üzerine düşen görevi bihakkın yerine getirecektir. Özellikle enerji ve yakıt fiyatlarının dünya genelinde yüksek olduğu bir dönemde, nakliyeden doğan fiyat yüksekliğini düşürmek çok önemlidir.
Şehre yakın alanlarda yapılacak tarımsal faaliyetlerle fiyatların nakliyeden kaynaklanan farkı düşecektir. Bu açıdan belediyelere büyük görevler düşmektedir. Aynı zamanda alternatif ürün desenleri ve farklı projeler ile bu şehir tarımına katkı sunacaktır.